Deccalizmi teşhis edebilselerdi

Tarihte büyük ölçekli ikinci İslâm medeniyeti Osmanlılar tarafından kurulma, ekonomide, güzel sanatlarda, askerî alanlarda yükseliştir: Dünya çapında etkin, rasyonel, bilimsel, akılcı, sosyal, siyasî, ekonomik, mâlî, askerî müesseseler kurabildi, bunları asırlarca yozlaşmadan ayakta tutabildi.1 Osmanlı sisteminin kapalı yapısı yoktu, değişimlere uyum sağlamada çok başarılıydı. Ekonomisinde de hem kontrol, hem serbestî vardı.2

Ancak, Müslümanlar, tarihte hep İslâmî hakikatlere zaafiyeti derecesinde vahşete, tedennîye ve herc ü merc içinde belâlara, mağlûbiyetlere düştükleri gibi Osmanlı medeniyeti de, dindeki zaafiyetle beraber önce duraklama, sonra gerileme, ardından bunalım çağına girdi.

Tanzimatçılar (İslâmcı münevverler dahil), Osmanlı ve İslâm âlemini tekrar ihyâ etmek; gerilemeyi durdurmak için bir dizi ıslahat hareketlerine girişti. Lâkin, “fen ilimlerinin” İslâm’ın malı olduğunu, Kur’ân’dan uzaklaşıldığı derecede onların da kaybedildiğini anlatamadıklarından, ıslâhat halka mâl edilemedi ve kendilerine destekçi bulamadılar. Üstelik birçoğu, kolaycılığa kaçtı. Batının ilim, fen ve teknolojisi, Kur’ân’la barışık medeniyeti yerine, sefahet ve rezaletini aldı.

Kimi İslâmcılar, bir gaflet daha gösterdi: 1850’li yıllardan sonra nükseden ve başta İslâm âlemi olmak üzere dünyayı saran ve sarsan materyalizm, sekülarizm gibi “izm”lerden teşekkül eden Deccalizm’i farkedip teşhis edemediler.

Deccalizm, bâsit bir sosyal hâdise, gelip geçici bir fitne rüzgârı değildi. 1789 Fransız İhtilâl-i kebîri ve 1850’lerde Aguste Comte ile başlayan “ateist pozitivizm” şöyle iddiâ ediyordu: “Artık dine, mânevî değerlere ihtiyaç yok. İnsanlığın bütün ihtiyaçlarını, suâllerinin cevabını akıl, fen ve felsefe ile cevaplandıracağız.”

Akıl ve ilim putlaştırılır. Mânevî değerler, kalb, insanın ulvî duyguları geri plâna itilir. Tabiatperest olan ateistler, “Tanrı ölmüştür” diyerek, mâneviyata savaş açmışlardır. Sonraları Freudizm çıkar. Viyanalı Yahûdi Dr. S. Freud, herşeyi “nefse, şehvete” bağlar; ulvî duyguları inkâr eder. Peşinden Darwinizm gelir: Yahûdi asıllı İngiliz biyoloğu Darwin, 1859’da “Nevilerin Menşei” isimli kıtabıyla, insanlığı Halık-ı Kâinat’tan koparır, tabiata, tabii selleksiyona, evrime, maymuna, tesadüflere bağlar… Ardından Marksizm çıkar: Alman Yahûdisi Karl Marks ve arkadaşı Engels, dine “Afyon” der, mâneviyata savaş açar; ahlâkı kökünden ifsat eder. Lenin ise, bu düşünceyi geliştirirek pratiğe geçirir. Sosyalizm zaten devrededir. Çeşitli versiyonlarıyla, “materyalizm”in de hâmiliğini yüklenir. Buna paralel, komünizm, bütün gücüyle tahribatını sürdürür, mânâ adına ne varsa, söküp atmaya çalışır.

Hâsılı; Batı sanayi çağını başlatmış, Ortaçağ’ın cehâlet, vahşet, fakr ve sefâletinden kurtulmuş; ne var ki, materyalizmin pençesine düşmüştür. Ve bu süreçte maalesef, sözde bazı aydınımız Batı’dan ilim ve teknik yerine, materyalist felsefenin ürünü olan hayat tarzını almakla aynı tuzağa düşmüştür.

Dipnotlar:

1-Prof. Dr. Bünyamin Duran, Osmanlı Akılcılığı, Nesil, İst., 1999, s. 11-12;

2-ABD/Colombia Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Harriman Enstitüsü öğretim üyesi ve Osmanlı sosyal tarihçisi Dr. Karen Barkey/Milliyet, 28 Haziran 1995.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*