Dehşetli zaman

Hz. Peygamber (asm) bundan on beş asır önce:

“Ahirzamanın, çocukları uram (edebsiz ve hırçın); gençleri hayasız ve vakarsız; yaşlıları emr-i bil-ma’rufu yapmaz; sünneti bid’at gibi, bid’atı sünnet gibi görürler; idarecileri tâgi ve müfsiddir. İşte o zaman Allah onlara şerlilerini musallat eder. Hayırlıların duâsı (ve dâveti) kabul olmaz.”1

ihbarıyle bu dehşetli zamana işaret etmiştir.

Mahiyet olarak avuç içi kadar küçülen ve adeta bir köy haline dönüşen dünyamızda bulunan sekiz milyara yakın insan, inanç farkı gözetmeksizin aynı tehlikelerle karşı karşıyadır.

Peki bu kadar dehşetler içinde ve bir ehl-i kalbin, “Kırk kişiden bir kişi imanını kurtardı” dediği bu zamanda ehl-i iman, bütün bu engelleri aşarak, dünya ve ahiretini nasıl kurtaracak?

Elbette ki kendisine Yaratan tarafından ihsan edilen bütün maddî ve manevî imkân ve donanımlarıyla bu cihad meydanında yerini alıp, nefis dairesinden başlayarak, emr-i bil’ ma’ruf ve nehy-i anil’münker vazifesini bi-hakkın ifa etmeye çalışarak.

Bu kaos ve kargaşalardan insanlığı kurtarmak vazifesi ise herkesten önce eh-i iman olan ve olduğunu ilân eden Müslümanlara ve onların çoklukla içinde bulunduğu ülkelere düşüyor.

Bunun gerçekleşmesi noktasında bütün insanlığın beklentisi, Kur’ân ve Hazreti Rasulullahın (asm) sünnet ve yaşayışında ifadesini bulan doğru İslâmiyetin başta ehl-i kitap olmak üzere bütün insanlığa tebliği hakikatidir.

Böyle dehşetli bir asrın merkezinde, bu ihtiyaç ve tehlikeleri Kur’ânî bir gözle bundan bir asır önce görüp hisseden büyük Kur’ân Müfessiri Bediüzzaman, yüz otuz parça eseriyle insanlığa sunduğu kurtuluş reçetesinde:

“Zaman-ı saadetten şimdiye kadar hiçbir tarih bize bildirmiyor ki, bir Müslüman muhakeme-i akliyesiyle başka bir dini, İslâmiyete tercih etmiş olsun ve delil ile başka bir dine dahil olmuş olsun. Dinden çıkanlar var, o başka mesele… Taklit ise, ehemmiyetsizdir. Halbuki edyân-ı saire müntesipleri mutlaka fevc fevc, muhakeme-i akliye ile ve bürhan-ı kat’î ile daire-i İslâmiyete dahil olmuşlar ve olmaktadırlar. Eğer biz doğru İslâmiyeti ve İslâmiyete lâyık doğruluğu ve istikameti göstersek, bundan sonra onlardan fevc fevc dahil olacaklardır.”2

Bize düşense, şimdi kendi nefis dairemizden başlayarak, aile, mahalle, şehir, memleket ve insanlık dairesine kadar, bütün dairelerde Kur’ân ve İslâmiyeti ve onun hakikatlerini, maddî ve manevî varlığımız ve bütün imkânlarımızla, yaşayıp neşretme zamanı.

Yarın veya pek yakın bir zamanda dünya defterimizin kapanıp Rabbimizin mahkeme-i kübrasında huzuruna çıktığımızda, Kur’ân ve İslâmiyete uymayan ve perde olan davranışlarımız ve yetersiz gayretimiz sonucu belki yan komşu veya çocuğu, iş çevremiz ve arkadaşlarımızdan bir çoğu ve belki de Batı ülkelerinde yaşayan “Hans ve Mary’lar” Allah katında bizlerden şikâyetçi olacaklar ve bu feryatlarını “Ya Rabbi felan filan Müslüman ülkeler ve halkları sevgi ve muhabbetle insanlığı kucaklayıp, Kur’ân ve İslâmiyetin hakikat ve güzelliklerini bize teblig edip kurtuluşumuza vesile olacakları yerde, kin, nefret ve düşmanlık tohumları ekerek İslâmı anlayıp kabul etmemize perde ve mani oldular. Böylece bizi İslâmiyetten küstürüp hem kendi dünya ve ahiretlerini hem de bizimkisini mahvettiler, efaliyle yaşadıkları doğru İslâmiyeti bir kere bize anlatsalar belki kurtulacaktık; onlardan huzurunuzda şikâyetçiyiz” diyerek bizleri vebal ve töhmet altında bırakacaklardır.

Öyleyse şimdi durmak zamanı değil, kendimize dönmek ve bütün varlığımızla Kur’ân ve İslâmiyete râm olarak onu kâinata ilân etmek zamanıdır.

Abdullah Şahin

Dipnotlar:
1- Ramuz-ul Ehadîs, No: 502.
2- Münâzarât.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*