Demirel’e nasıl bakıyoruz

Vefatının beşinci senesi vesilesiyle, Süleyman Demirel hakkında geçen hafta çok şey söylendi, yazıldı, çizildi; müsbet-menfi çokça yorumlar yapıldı.

Bunların çoğunu takip ettik, okuduk, dinledik, inceleyip değerlendirmeye gayret ettik. Yaptığımız bazı tesbitleri, mümkün olduğunca özetleyerek burada sizinle paylaşmaya çalışalım.

Cumhuriyet tarihi içinde, Süleyman Demirel kadar uzun süreli (50 yıl) siyaset yapan olmadığı gibi, onun kadar dahili ve harici engellerle, tehditlerle, darbelerle, müdahalelerle, muhtıralarla karşılaşan da olmadı.

1924 İslâmköy doğumlu olan Demirel, 1964’e kadar yüksek bürokrat olarak (DSİ Genel Müdürü) çalıştı. Bu tarihten sonra aktif siyasete atıldı. Adalet Partisi Genel Başkanı seçildi. 1965’te Başbakan, 1993’te Cumhurbaşkanı oldu. 1971’de 12 Mart Muhtırası, 1980’de de 12 Eylül Darbesiyle iktidardan uzaklaştırıldı.

Yılmadı, pes etmedi, itidalini bozmadı, tehevvüre kapılmadı ve her defasında yeniden yükselerek ülkenin yönetimine gelmeye muvaffak oldu.

Süleyman Demirel kadar çetin rakipleri olan bir siyasetçiye rastlanılmadığı gibi, hepsiyle mücadele eden ve onları mağlûp ederek başa çıkan ikinci bir siyasetçi de yok: 1965’ten itibaren karşısına çıkan deve dişi gibi rakipleri, sıfatlarıyla birlikte şu şekilde sıralamak mümkün: Millî Şef İsmet Paşa, Karaoğlan Ecevit, Mücahit Erbakan, Milliyetçi Türkeş, Hatip Osman Bölükbaşı, Bayar destekli Ferruh Bozbeyli, Darbe Konseyinden icazetli Turgut Özal.

Süleyman Demirel kadar vatana-millete hizmet eden ve onun kadar çok eser kazandıran olmadığı halde, onun kadar şimşekleri üzerine çeken de olmadı. Siyasî rakipleri ve muarızları tarafından, sanki ülkeye hiçbir hizmeti olmamış gibi bir muamele ile karşılaştı. Aynı taassuplu muhalefet halen de devam ediyor.

Süleyman Demirel kadar yerli ve millî bir siyasetçi bulunmadığı halde, farklı siyasî görüş sahipleri tarafından hep dış bağlantılı gösterilmeye çalışıldı. Morrison denildi, Amerika’nın adamı denildi; denildi de denildi. Velhasıl, hayatının sonuna kadar da hep maksadının aksiyle itham edildi.

Süleyman Demirel kadar imam hatip okulları açan siyasetçi olmadığı gibi, aynı imam hatipliler tarafından amansız bir düşmanlığa maruz kalan ikinci bir siyasetçi de olmadı.

Süleyman Demirel kadar Üstad Bediüzzaman ve Risale-i Nur’a sahip çıkan, savunan, taraftar olan bir siyasetçi olmadığı halde, onun kadar yine maksadının aksiyle muamele gören de olmadı. Dahası, onu din dışı, İslâm dışı, yani mason olarak göstermeye çalışan bağnazlar, hâlâ aynı damgalamaya ve aynı günahı işlemeye devam ediyor.

Süleyman Demirel kadar köy orijinli olup devletin bütün kademelerinden geçerek zirveye çıkan ve zirvede tutunabilen ikinci bir siyasetçi yok. Diğerlerinin tamamı memur çocuğu, şehirde yetişmiş, aristokrat aile mensubu, verasire…

Bu noktayı hakkıyla görmek ve öğrenmek isteyen, İslâmköy’e gitsin, doğduğu kerpiç evi görsün ve onun köy hayatını incelesin. “Biz, içi dolmadan kurumuş başakların arkasından geliyoruz” sözü ona ait.

Demokrasi tarihimizde, Süleyman Demirel kadar hem duâ, hem bedduâ alan ikinci bir siyasetçi her halde yoktur. Ama, sayı olarak her halde duâ edenlerin sayısı fazla olmalı ki, defalarca yüzde 50’nin de üzerinde oy desteği alarak ülkeyi uzun yıllar yönetmeye muvaffak oldu.

En güzel neticelerinden biri de, cenazesinin taşıyla-toprağıyla mübarek olan Isparta’nın İslâmköy’üne götürülüp oraya defnedilmesidir. Unutmayalım ki, dayısı Hafız Ali’den duyup öğrendiği Üstad Bediüzzaman’ın gizli mezarı da Isparta’da. İnşaallah, manen de komşu olmuşlardır.

Beş sene önce, Süleyman Demirel’in vefatı üzerine yaptığımız bir değerlendirmeyi tekrar dikkatlerinize sunarak, bu mevzuya şimdilik bir nokta koyalım.
İşte o yazının geniş bir özeti:

Bundan yüz küsûr sene evvel telif edilen Münâzarât isimli eserin başlarında ve ortalarında, aşağıda birbirini te’yid ve te’kit eden ifadeler yer alıyor:

1) Hasenâtı seyyiâtına, sevâbı hatâsına tereccuh edenler, mağfiret ve affa müstehaktırlar.

2) Demek, nokta-i nazar, hükûmetin hasenâtı, seyyiâtına tereccuhudur. Yoksa, seyyiesiz hükûmet muhaldir. (Tereccuh: Galib, üstün gelme.)

İşte, yakın zamanda vefat eden merhum Süleyman Demirel’in gerek şahsiyeti ve bilhassa siyasî icraatıyla ilgili yaptığımız değerlendirmelerde hareket noktamız, aynen yukarıdaki iktibaslarda ifade edilen pek mühim ölçü ve kıstaslar olmuştur.

Özetle: Şuna kat’iyyetle inanıyoruz ki: İslâmköylü şehid Hafız Ali’nin yeğeni ve Kur’ân talebesi olan Süleyman Demirel’in sevabı hatasına galiptir. Yani, iyilikleri fenâlıklarından üstündür. Bu sebeple de tercihe şâyândır; vatana-millete yaptığı gayretli hizmetlerinden dolayı af ve mağfirete müstehaktır. Ayrıca, bilhassa Barla ve Kastamonu Lâhikaları’nda ismi zikredilen İslâmköylü kimselerden Demirel âilesine mensup şahsiyetler hakkındaki takdirkâr, senâkâr ifadeler, bizim için en muteber birer referans hükmünü taşır.

Başkası ne derse desin, meseleyi ne tarafa çekmeye çalışırsa çalışsın, bizim için en güvenilir kaynak, Üstad Bediüzzaman’ın imza tasdikine mazhar olmuş söz konusu mektup ve lâhikalardır.

Bir dindar, böyle kindar olamaz

Bir siyasetçi için en doğru değerlendirme, onun Anayasaya göre de sorumlu olduğu ve icranın başında bulunduğu dönemler itibariyle yapılacak olan yorum ve değerlendirmelerdir.

Dolayısıyla, Süleyman Demirel için de Çankaya dönemi değil, siyasetin içinde ve bilhassa hükümetin başında bulunduğu dönemler itibariyle ancak objektif, insaflı değerlerdirmeler yapılabilir.

Kezâ, onunla emsâlleri arasında bir kıyaslama yapmak suretiyle ancak isabetli yorumlar yapılabilir.

Bir siyasetçiyi tek taraflı şekilde, veya dünün hadiselerini bugünün mantığı ve bakış açısıyla değerlendirmeye tabi tutmak, objektiflikle de, hakperestlikle de bağdaşmaz.

Son günlerde saldırı yüklü mesajlar alıyoruz. Bu yüreksiz saldırganlar kendini gizliyor, gönlünde yatan aslanı da sır gibi saklıyor. Yani, işin kolayına kaçarak kendince bir fikir beyan etmiş oluyor.

Evet, ne yazık ki bazı dostlarımız işte böyle tek taraflı giderek, hatta edep ve nezâket dışına çıkarak Demirel’in sadece ve sadece hatalarına, günahlarına nazar-i dikkati teksif etmeye çalışıyor. Hücumlar, saldırılar, küfür, hakaret ve iftiralar da cabası…

Bu zavallılar, öyle salvolarda, ithamlarda bulunuyor, öyle riskli damgalar vurmaya tevessül ediyor ki, cidden ahiretini tehlikeye atacak cinsten.

Bir kere, siz birisine “Mason, Nemrut, dinsiz, vs…” dediğiniz zaman, o kimseye vurduğunuz damga yerini bulmazsa şayet, sahibine geri döner, vurur. Ki, maazallah…

İşte, böylesine sınır-hudut tanımaz bir kindarlık hali, asla dindarlıktan kaynaklanmaz kanaatindeyiz. Bu, olsa olsa fanatizmden ve siyasî tarafgirlik aşkından kaynaklanıyordur.

Bu arada, şunu da ifade edelim ki: Biz hiçbir zaman Demirel’in hatasız, günahsız, pirupâk bir siyasetçi olduğunu söylemedik. Böyle, mantık dışı bir iddiada asla bulunmadık, bulunmayız da.

Şu var ki, bizim Demirel odaklı tenkitlerimiz yıkıcı manada değil, daima dostluk çerçevesinde ve yapıcı manada olmuştur.

Demirel hayatta iken, ondan bir menfaat aldığımız veya umduğumuz zannıyla hücûmlara hedef oluyorduk. Şimdi vefat ettiğine göre, kimsenin artık böyle körlemesine zanda bulunacağına ihtimal veremiyoruz.

Ama, maalesef şöyle bir talihsizliğe şahit olduk: Demirel’in henüz cenazesi bile kaldırılmadan, ona yönelik küfürlü, iftiralı, hakaretli saldırılar başladı. Ne yazık ki, aynı tür saldırılar hız kesmeden sürüp gidiyor.

Doğrusu, bu halleri bir mü’mine yakıştıramadık, yakıştıramıyoruz. Evet, bunlar asla mü’mine yakışır vasıflar değildir ve olamaz.

En büyük korkumuz, bu din kardeşlerimizin âhiretlerine ciddî zarar verecek vartalara düşmesidir. Cenâb-ı Hak, aklî muhakeme ve intibah hâsıl etsin.

Son söz: Bir insanın hayırları hatalarına, iyilikleri günahlarına üstün geliyorsa, o insan affa ve mağfirete müstehak olur.

 

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*