Demokrat anneler…

Image
Tüm Anadolu anneleri gibi… Müslüman ailesindeki iç hürriyeti, meşveret ve demokrasiyi dıştan bakanlar ne görebilirler ve ne de hissedebilirler. Bu mahrem dairedeki birçok değer gibi “meşvereti” de dışardan görmek mümkün değildir. Avrupalı hakperest sosyologlar Müslüman ailedeki kadının gizli hakimiyetini çok geç keşfettiler… Celâlli babalardan kaçan çocukların sığınakları olan anneleri… Okyanusların şiddetli ve taşkın dalgalarını bitiren granitler gibidir Anadolu annesinin gizli gücü…

İstibdadın kötülüğünü ilk olarak babasından ders almış olmalı… Kemalizmin gayr-ı insanî icraatları bu dağ köyüne yansıyınca, dedem şeair-i İslâmiye adına karşı durmuş olmalı ki, köy öğretmeninin bütün çabalarına rağmen jandarma bu dağ köyünde varlığını hissettirememiş. Daha doğrusu devletin zaafiyetinden istifade edilmiş. Bu köyde devleti üç kişi temsil etmiş: Öğretmen, tahsildar ve nadiren jandarma…

M. Kemal ve İsmet’e ev içinde takınılan tavır çok ilginçti… İsminden bahsedilmek istenmediği kadar resimlerine de rastlanamazdı. Gerçi tarikatin buradaki terbiyesinden dolayı bütün resimlere hoş bakılmazdı. M. Kemal’in 1938’de öldüğü günlerde annemle babam evlenmiş ve Malatya’ya yerleşmişler. Öğretmenlerin talebeleri sokakta ve amirlerin memurları dairede “ağlamaklığa” mecbur ettiği günlerin arefesinde anneciğim bir rüya görür. Çocukluğumun tadıyla dinlediğim bu rüyayı hiç unutmadım. Rüyasında; yeşile yakın asker giyimli, rütbeleri görkemli bir Müslüman subay, Malatya’yı kulpundan tutarak çıkrık gibi yavaş yavaş çeviriyor. O günlerde kuzeye bakmakta olan Malatya, güneye dönünceye kadar çevriliyor ve tam kıble istikametine gelindiğinde şehrin kulpunu bırakıyor rüyadaki zabit… Tevile hiç de ihtiyaç duymadığım bu rüyayı çok sevmiştim.

Demokrat Parti kurulduğunda ocak başkanı olan babamın bazen yanında ve bazen arkasında durmuş annem. Uzaktan akrabamız olan mebuslara rağmen DP’yi parçalamak üzere kurulan Hürriyet Partisine katılan diğer akrabamıza babam kadar annem de tepki göstermişti.

Burada hayatta ders olarak kabullendiğim bir anekdotu da kaydetmek istiyorum. Hepimizin bildiği gibi kurumsallaşmış tarikatlar maalesef resmî ideolojinin yörüngesinden pek kurtulamamışlar ve hâlâ da kurtulamıyorlar. O günlerde henüz siyasal İslâm veya MSP, demokratları parçalamak üzere ortaya çıkmadığından, anneciğimin Kadirî’den şeyhi olan zat maalesef reyini Halk Partisine veriyor, ara sıra müritlerine de telkin ediyormuş. Müritler genellikle temsilcisi veya halifesi Sofu Hüseyin denilen bir zat aracılığıyla ona ulaşabiliyorlar. Sofu Hüseyin de demokrat. Diğer taraftan da tarikattaki münasebetin getirdiği hassasiyet söz konusu. Sofu Hüseyin Kadirî şeyhine danışmadan bilhassa Malatya istikametindeki mensuplara bir haber gönderiyor: “Şeyhimizin partisine karışmayalım, ona bağlılığımızı ve hürmetimizi de eksik etmeyelim… Fakat reylerimizi mutlaka Demokrata vereceğiz.” Bu haberi müritleri kısa bir zamanda Urfa’dan Malatya’ya kadar uçuruyorlar. Anneciğim bu olayı sevinç ve zafer duygularıyla anlatırdı.

Çocukluğumun geçtiği yörede devletin olmadığını yukarıda arz etmiştim. Köylerdeki asayişi sağlamak, anlaşmazlıkları gidermek ve sosyal devletin vazifesini yapmak köylüye aitti. İleri gelenlerince teşkil edilmiş “meşveret kuralları” vardı. Bazen hak noktasında kantarın topu kaçsa da, başka imkânları yoktu. Devlet cinayet işlendikten sonra jandarmasını gönderir ve suçluyu götürürdü. İşte yine birkaç köyün anlaşmazlığa düştüğü, Pötürgelilerle aramızda çatışmaya kadar giden bir mera meselesi vardı. Birçok köylünün silâhlanıp at ve katır sırtında yayladaki düz merada siperlere girdikleri bir zamanda babamın peşi sıra annemin de bir hayvan sırtında çatışma alanına girdiklerini gördük. Herkesin çetin bir silâhlı çatışma beklediği zamanda, anneciğim “barış meleği” olmuştu sanki. Zira törelere göre saygın kadınlar erkeklerin çatışma sahasına girip barış çağrısında bulunurlarsa, taraftarların vuruşmadan vazgeçebilecekleri hep anlatılırdı. Zira kadın hürmet idi. Barış için devreye girdiklerinde mutlaka saygı gösterilmesi gereken insanlardı kadınlar…

27 Mayıs ihtilâli çoğu Anadolu evinde olduğu gibi doğduğum evde de mateme yol açtı. Bediüzzaman Hazretleriyle Adnan Menderes’in vefatları veya onlara çektirilen zulümler yâd edildikçe, babam başta olmak üzere hane halkı hüzünlenir, simalar gölgeli bir mevsime kayarlardı.

1970’li yıllardan sonra dindarlar adına siyasete atılan MSP’ye rağmen annem demokrat kalmıştı. Hatta Malatyalı Özal’a rağmen yine reyini demokratlara vermişti. Son zamanda bir kısım Nurcuları da müşevveş hale gelince anneciğim “siyasî partiler” defterini bir daha açmamak üzere kapattı. Birileri yanında siyaseti konuştuğunda mevzuyu değiştirir ve kendisini ilgilendirmediğini açık açık ifade ederdi. Evlâtları arasında fark gözetmeyen Osmanlı kadını, çocuklarının da arasına girmiş siyasî görüş ayrılığından dolayı bu kapıyı tamamen kapatmış olmalıydı.

Image

Benzer konuda makaleler:

1 Yorum

  1. Şükrü Hocam,

    Ne mutlu hakiki bir mü?min ferasetine sahip Validenize. O hakiki Demokratları tanımış ve gerçek Demokratları zaafiyete uğratacak partilere zahiren dindar da olsa teveccüh göstermemiş.

    Gelin görün bugün nice mürekkep yalamış yazar, düşünür ve bilenimiz, hakiki demokratlarla sözde demokratları birbirinden ayırt edemiyor ve köhnemiş zihniyete sahip halkçılara ve onlara dolaylı olarak destek olanlara kapılıveriyor. Cenab-ı Allah bizlere de hakiki mü?min feraseti nasip etsin.

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*