Demokrat bir diplomat

Image
Garip dünyamız acaip çalkantılar geçiriyor. Demokrasi sancıları, hürriyet naraları dünyayı kıvrandırıyor.

Hak ve hakkaniyet, adalet ve hürriyet talepleri tabandan tavana doğru kaynıyor. Kaynayan kazanların üzerinde kurulu düzenler ve bu düzenlerin kurucuları, yataklarında rahat uyuyamıyorlar. Kendilerini, her an bu kazanların içine düşecek gibi hissediyorlar. Tavandakiler tedirgin, yönetenler şaşkın!

Fransız İhtilâl-i Kebîri, dünya ihtilâl-i kebirine dönüşürse şaşılmasın. O ihtilâlin üzerinden tam 222 sene geçti. Omuz omuza vermiş bu “2”ler az görülmesin!
Ve insanlık tarihinde kaç devir geçti! İşte Yirmi sekizinci Mektub’un Altıncı Risâlesi olan Altıncı Meselesindeki o devirler:
Birincisi vahşet ve bedevîlik devri, ikincisi memlûkiyet devri, üçüncüsü esir devri, dördüncüsü ecir devri, beşincisi malikiyet ve serbestiyet devridir.
Dünyadaki bu kıpırdanmalar, “mâlikiyet ve serbestiyet devri”nin ayak sesleridir ki, her şeye rağmen kulağa hoş geliyor.

***

Bizim demokrat diplomatımıza gelince. Daha geçen sene bir toplantıda ona kulak verdiğimde, ondaki “demokrat ve hür” üslûba hayranlığımı bir yazıyla yansıtmak istemiştim. Lâkin saf ve samimî hissiyatımın, “bürokratik” ve “kritik” mülâhazaların ağına takılabilme ihtimali, ya da cumhuriyet tarihindeki resmî geleneğe nazaran nadirattan ve “sıra dışı” sayılabilecek diplomasideki bu “farklı” duruşa zarar gelebileceği evhamı, kalemime geçit vermemişti.
Hani evhamımız da yersiz sayılmazdı. Zira bırakınız diplomasideki demokratlığı; demokrat olan siyasetçinin bile, hatta isminin başında “demokrat” yazılı partinin bile büyük sıkıntılara maruz ve kaderiyle baş başa bırakıldığı bir dönemdeyiz.
Ama Kadir-i Zülcelâl olan Allah, bu kadirşinas kuluna “yürü ya kulum” dedi. Zaman oldu “diplomasi” dışı söylemleriyle gündemi meşgul etti. Bir makaleyi ona ayırmakta geciken bize inat, görüntülü ve yazılı medyanın projektörleri ona çevrildi. O artık, sessiz garibanların sesi, hamisiz görünenlerin hamisi olmuştu. Büyük kafaların dikkatini, sessiz kitlelerin mağduriyet alanlarına çekti.
Koltuğuna yaslanmaktansa, ülkede “yabancı” muamelesine maruz kalanlarla beraber olmayı yeğledi. Onlara “dostlarım” diye hitap etti.. Hitap ederken,  hem güldürdü, hem ağlattı, hem ağladı. Ama daha çok da düşündürdü.. Ve bu “kadirşinas” insanın kadrini bilenler bildi. Ülkenin her tarafına onu “dâvet” yarışı başladı.
İkinci görüşmemizde, yazı için bizzat kendisinden icazet aldım. Muhabbetini ve samimiyetini gizlemedi. “Biz öyle bürokratik mülâhazaları çoktan aştık. Doğru bildiğimiz yolda kararlı adımlarla yürüme azmindeyiz.” dedi.
Son bir konferansında ve sevenleriyle buluşmasında şöyle diyordu:
 “Ben her meseleyi her zeminde herkesle tartışmaya varım. Ama dört şeye; vatanıma, bayrağıma, kitabıma ve peygamberime söz söyletmem.”
Hem güzel nasihat etmesini de pek âla bilen bir diplomat. “Mal ve bina yığma sevdasında olmayın. Meşrû dairede harcamasını bilin” derken bir de kıssadan hissesi vardı. Hayatını Müslümanca ve insanca yaşamış bir baba, son nefesinde oğluna bir ders vermek ister. Şu iki mektuptan birini ben ölünce, diğerini de kabre konulduktan sonra aç. Ve baba ruhunu Rahman’a teslim eder. Oğlu mektubu açar. “Vasiyetim odur ki, beni çoraplarımla gömün.” Uzatmayalım, fetva makamı izin vermez. Kabre konulduktan sonra açılan mektupta ise, bir cümle vardır. “Bak oğlum, çoraplarımı bile beraberimde götüremiyorum.”

***

Demek ki, aslolan “büyükelçi” olmak değil, “büyük adam” olmaktır.
Pembe incili kaftanıyla İran Şahı’na gönderilen elçimiz, “büyükelçi” ünvanına bile sahip değildi, ama Şah’ın huzurunda İmparatorluğun şerefini lâyıkıyla koruyabilmişti.
Toplantıya geç gelen Fransız Kralı karşısında ayağa kalkmayan sefîrimizi unutmayalım. Kralın, “Sen kendini hâlâ Kanunî Sultan Süleyman zamanında mı zannediyorsun?” sorusuna; sefîrimizin, “Hâşa, onun zamanında olsaydım, sen bu toplantıya böyle benden sonra gelemezdin zaten” cevabını vermişti. Ki bunu, bizim demokrat diplomatımız da bir sohbetinde hatırlattı.
Bir Avrupa ülkesinde “büyükelçilik” görevini; devletinin ve milletinin şerefini koruyarak yürüten bu büyükelçimizin adını mı merak ediyorsunuz?
N’olursunuz, bu merakınızı yenmeye ve ona lâyık gördüğümüz “demokrat bir diplomat” ünvanıyla yetinmeye çalışınız!

 

Image  

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*