Demokrat formül

AKP iktidarı, başörtüsü yasağı başta olmak üzere 28 Şubat yadigârı haksızlıkların sekiz senedir hâlâ devam ediyor olmasını “kurumsal mutabakat”ın sağlanamayışı ile izah edegeldi. Yani, kurumlar direniyor, ama hükümet buna karşı birşey yapamıyor. Dahası, “Gerginlik olmasın” diyerek de sineye çekiyor.

Onun için başörtüsü yasağı artarak sürüyor.

Kur’ân eğitimindeki yaş sınırı devam ediyor.

Katsayı problemi, Danıştay’dan nihayet vize alan YÖK kararındaki ufak rötuşlarla berdevam.

İmam hatiplerin orta kısımları hâlâ kapalı.

Lise kısımlarında ise, katsayı engeline ilâveten, müfredattaki kültür derslerini kaldırıp, bu okulları sadece “meslekî eğitim” verir hale getirmeyi öngören düzenlemeler yapıldığı ifade ediliyor.

Yani, 28 Şubat’tan kalma zulümler AKP iktidarı döneminde kalkmak veya hafiflemek şöyle dursun, daha da katmerlenerek devam ediyor.

22 Temmuz 2007 seçiminde tazelenen seçmen desteğine, Çankaya Köşkünde yaklaşık üç yıldır Gül’ün, YÖK’te de iki buçuk senedir onun tayin ettiği bir ismin oturuyor olmasına rağmen.

Bu durumun tabana izahı ise şöyle yapılıyor:

“Çankaya’yı ve YÖK’ü almak da yetmiyormuş. Esas sorun yüksek yargıdan kaynaklanıyormuş.”

Ve AKP kendisine yargıyı düzeltmek için de zaman verilmesini istiyor. Anayasa paketindeki iki madde ile AYM ve HSYK’da yapmak istediği düzenlemelerin amacı bununla izah ediliyor.

Ama bu girişim de ciddî bir gerilime yol açtı, hattâ bazı yüksek yargı mensuplarınca “savaş” kelimesiyle ifade edilen bir çatışmaya sebebiyet verdi. Ve o cenahta bu psikolojiyle tam bir “rejimi koruma seferberliği” başlatılmış durumda.

İktidara gelirken haklarını koruma sözü verdiği kitlelerin mağduriyetlerini giderecek adımları atmaktan sekiz senedir “Aman gerilim olmasın” diyerek kaçınan, atacak gibi olduklarında da tepkiler üzerine geri çekilerek girişimini sonuca ulaştıramayan AKP, bu kadar çekindiği gerilimin fitilini son anayasa paketi ile iyice ateşlemiş oldu.

Yürürlüğe girip girmeyeceği halen belirsizliğini koruyan paketteki düzenlemelerin problemi çözmeye yetip yetmeyeceği ayrı bir soru işareti.

Tırmanarak devam eden gerilimin, mevcut sıkıntılara neleri de ekleyeceği de bir başka endişe konusu. Bilhassa 28 Şubat’ta ayarı iyice bozulan adalet terazisinin, bu gerilimden sonra ne hale gelip ne şekil alacağı başlı başına bir soru işareti.

Temennîmiz, 28 Şubat uygulamalarıyla zaten ciddî şekilde örselenip sarsılmış olan adalet terazisinin, bu son gelişmelerle ve ilâveten Ergenekon, Kafes, Balyoz… dâvâlarının tetikleyebileceği rövanşist duygularla iyice şirazeden çıkmaması.

Bu kaygımızı kayda geçirdikten sonra:

Gelinen noktada oluşan tablo, AKP açısından, “birşey yapamama, sorunları çözüp mağduriyetleri giderememe” anlamına gelen bir acziyetin de ötesinde, söz konusu haksızlıkların, bu iktidar kullanılarak yer yer daha ileri boyutlara taşındığı ibretli bir manzarayı karşımıza çıkarıyor.

Bu tablo, şimdiki iktidarın Millî Görüş kökenli önde gelenlerinin, vaktiyle yerden yere vurdukları demokrat iktidarlar tarafından, çok daha zor şartlarda yapılan hizmetlerin önem ve değerini daha net bir şekilde görme fırsatını veriyor bize.

Sistemdeki asker ağırlığının çok daha koyu ve katı bir şekilde hükmünü icra ettiği, yargının da aynı zihniyetle vesayetini sürdürdüğü, bunlara ilâveten AB gibi demokratikleşme için zorlayan bir dış dinamiğin bulunmadığı o devirlerde demokrat hükümetler CHP tarzı laiklik yorumunu yumuşatarak din ve vicdan hürriyetinin önünü açıp baskıları büyük ölçüde hafifleten ve din eğitimini geliştiren icraatlara imza atabilmişlerdi.

Onun için AKP, statükonun hücumlarından bunaldığı zamanlarda, “Bize yönelik saldırılar evvelce DP ve AP’ye de yapılmıştı” diyerek onlara sığınıyor ve AYM’deki kapatma dâvâsında kendisini savunurken yine onları referans gösteriyor.

Ve bu tecrübeler de Türkiye’nin “demokrat formül”e olan ihtiyacını yine gözler önüne seriyor.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*