Dengeli yaşamak

Hayatın gerçek lezzetini tatmak, hayatta gerçek mânâda mutlu olabilmek için “doğrularla” buluşmak, “dengeli ve ölçülü” hareket etmek gerektiğini düşünüyorum. “Dengeli ve istikametli” bir yol izlemek, şahsî hayat için de, toplumsal hayat düzeni içinde vazgeçilmez bir şart olarak karşımıza çıkıyor.

Anlamlı ve sağlıklı yaşamanın vazgeçilmez ölçüsü “dengeli” olabilmek, doğru metod ve tarzı bulabilmektir. Dengelerin sağlanıp muhafazasının şartı ise, prensip, esas ve düsturlardır.

Başkasını değil, bizzat kendimizi bir basküle koymamız ve günlük rutin yaşayışımızda kendimizi bir ölçme ve değerlendirmeye tâbi tutmamız gerektiğini düşünüyor ve kalın çizgilerle bunun altını çizmek istiyorum. Genel anlamıyla normal hayatta “özeleştiri” tâbiriyle ifade edilen bu hadise; İslâmî literatürde “nefis muhasebesi” adıyla yerini almıştır. Eğer biz, toplumun en küçük parçası olan fertler olarak kendi iç dünyamızda mutlu ve sağlıklı olmak, dengeli yaşamak istiyorsak bazı prensipleri hem çok iyi bilmek, hem de bunları ilk önce kendi şahsımızda birebir uygulamak zorundayız. Zira “insan olmanın” gereği budur! Dâvâ adamı olmanın gereği de budur.

Hayat bir “dengeler ve prensipler manzumesi”dir. Artık sağlam esaslara bağlı, prensipli, dengeli, sağlıklı ve istikametli duruş ve tavırları olmayanların ayakta durmaları zordur. Üretken olmaları imkânsızdır. Tıbbî açıdan bedenin ve organların sağlıklı çalışması ne kadar önemliyse, belki de ondan çok daha önemli olan; birey olarak; akıl, kalp, ruh dünyamızdaki “dengeli” ve “barışık olma” hâlinin sağlanıp, sürekliliğinin temin edilmesidir. Kendisiyle “barışık” ve “dengeli” olan birisinin çevresiyle de nazikâne ve medenî irtibatta zorlanmayacağından, dış dünyaya “artı değerler”le katkıda bulunacağından şüphemiz olmamalıdır.

Bugün dünyanın gündeminde ağırlıklı olarak yerini alan ve dünyaya mal olmuş ve beş kıt’aya yayılmış olan mukaddes “Kur’ân dâvâsı Risâle-i Nur Hizmetlerinin” vazgeçilmezlerinin ilk sıralarında şu prensipler yer alıyor: İhlâs, uhuvvet, metanet, tesanüd, emniyet, haramı-helâlı bilmek, serseriliği bırakıp itaat etmek vs… Bu değerler, dâvânın esasını teşkil ediyor. Bu ana umdelerden her biri “denge”nin ve meşrûiyetin ana esaslarıdır. Bu kudsî dâvânın özünde hiç kimse, asla “başarıya endeksli” bir hizmet ve faaliyet anlayışının öne çıktığını göremez.

Gerek uhrevî, gerekse dünyevî meselelerde herhangi bir meslek ve meşrebin içerisinde yer almak isteyen birisinin, ilk önce o meslek ve meşrebin ana kurallarını öğrenmesi ve uyum sağlayıp sağlayamayacağına karar vermesi gerekir. Onu kabullendikten sonra “âidiyet” saikıyla o meslek ve meşreple iftihar edebilir. O daire içerisinde tesbit edilen bu manevî değerlerin kıstaslarını, işleyiş tarzını, metodunu çok iyi kavrayıp ona göre tavır alması lâzım gelir. Ait olunan bu grup ve hizmet alanında işlerin sağlıklı yürümesi için en büyük ve vazgeçilmez şart ise, o ortamdaki “iç ve dış dengeler”dir. Denge burada huzur demektir, âhenk demektir, uyum demektir, saadet demektir, sağlık demektir, hizmet demektir, üretim demektir, insanlık demektir, medeniyet demektir, güzellik demektir, açılım demektir, nezaket demektir, saygı ve hürmet demektir. Sevgi ve muhabbet demektir… Kısaca her şey demektir. Bu daire içerisindeki her türlü “denge” için bu vazgeçilmez şarttır.

Toplumda bugün görülen bütün olumsuzlukların başında bu “dengelerin” sarsılması ve kaybolması gelmektedir. Bunun için de başta da söylediğimiz gibi evvelemirde kendi “iç dengelerimizin” sağlıklı olması ve sağlıklı işlemesi gerekmektedir. Toplumu meydana getiren fertler olduğuna göre, toplum bünyesinin sağlam olması, onu meydana getiren fertlerin sağlıklı olması ile doğru orantılıdır. Aksi halde o büyük aile ortamındaki bunca mesai, çalışma ve gayretler kûmistana akmaktan başka bir netice vermeyecektir.  

Dengeli olmanın ve onu elde edip kazanmanın ve devam ettirmenin yolu en başta “prensipli” yaşamaktan geçer. Özellikle “uhrevî” hizmetlerde amaç olarak görülmeyen, bir netice olarak Allah’tan beklenilen “başarı/tevfîk” kavramına endekslenmemektir. “Başarı” ancak Allah’tan beklenebilecek, sünnetullah olan tekvinî kanunlara uymakla alâkalı bir şeydir. Kâinatın Yaratıcısının koyduğu bu İlâhî nizamın gereğini yaparak ve onlara uymakla asıl görev ve sorumluluğumuzu yapabiliriz ve sonunda neticeyi yine O’ndan bekleriz. Kural budur.

Başka bir deyişle kendisi “dengeli” ve “sağlıklı” olmayan bir ferdin bulunduğu ortama katacağı artı bir değer olamaz. Hayatı zikzaklarla, yanlışlarla, hatalarla defolu hâllerle dolu birisinin zararı ve tahribatı dar bir çerçevede kalmaz. Etrafa da yayılır. Mevcut hâliyle faydadan çok ait olduğu topluma da yük olur. Sadece dengeli ve kendimize ters düşmeyen bir hayatı yaşamak ve hayata tutunmak için akıl, kalp, ruh bağlantısının yanında his dünyamızın da dengeli ve istikametli olması gereklidir. Bunun sağlanabilmesi için de aşk, şevk, heyecan dünyamızın da zaman zaman devreye girmesi gerekiyor. Aksiyoner, kendisiyle ve toplumla barışık bireyler olmalı.

Ya Rab, ilk önce nefsimizi asla Sana “ters” düşenlerden eyleme ve bizi, bize “ters” düşürme! Bize son nefesimize kadar “ölçülü” ve “dengeli” bir hayat yaşamayı nasip eyle! (Âmin.)

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*