Derdi dünya olanın, dünya kadar derdi olur

Fâni dünya câzip geldi aldandın,
Hazır lezzetlerin zevkine daldın,
Kervan uzaklaştı, geride kaldın,
Davran gönül, daha ne bekliyorsun?
A. Y.

Dünya için çok şeyler söylenmiş, çok düşünceler dile getirilmiştir. Lehinde ve aleyhinde söylenmedik söz kalmamıştır. Kimisi dünyanın zevkine, sefasına, nimet ve lezzetlerine gönül vermiş, ona iltifat etmiş, methiyeler düzmüştür. Kimisi de yaşadığı her türlü acı ve ıztırabın sorumlusu olarak dünyayı görmüş, onu yalancı ve aldatıcı olarak bilmiştir. Dünyaya gönül verip onu kalbinde taşıyanlar bile, bir süre sonra bu sevginin fâni ve faydasız olduğunu görerek ona sitem etmeye başlamışlardır. Onun için şiirlerde şarkılarda, ağıtlarda ve ezgilerde genellikle dünyadan şekva edilir.

Dünyanın ve hayatın fâni olduğunu fark etmeyip ebedî burada kalacakmış gibi dünyaya gönül verenler, bir süre sonra büyük acılar çekmeye başlarlar. Zira burada hiçbir şey kararında kalmaz. İnsan her an beklemediği bir olayla, acı bir sürprizle, büyük bir hayal kırıklığı ile karşılaşabilir.

Meselâ, yıllardır çalışıp biriktirdiği servetini bir anda kaybedebilir. Hayat standartlarının zirvesinde iken bir anda kendisini her şeye muhtaç ve çaresizlik içinde bulabilir. Mevki ve makamını, servet ve şöhretini, sıhhat ve afiyetini kaybedenlerin ibretlik hallerine çok şahit olmuşuzdur.

Ebedî zannettiği dünyanın böyle fani ve faydasız olduğunu görünce, hayal kırıklığına uğrayıp, acıları ve kederleri ile baş başa kalanların dünya muhabbeti bir anda adavete dönüşür. Böyleleri, daha önce kalbinde taşıyıp gönlünde yaşattığı dünyayı yerin dibine batırırlar. Eski sevgilileri için demediklerini bırakmazlar. Artık zavallı dünyanın ne vefasızlığı kalır, ne fâniliği, ne zalimliği. Şiirlerin mısralarında, şarkıların nağmelerinde, türkülerin ezgilerinde sitem ve şekvalar yükselir. Daha ileri gidip “kahpe dünya” diyerek hakaret edenler bile olur.

İnsan dünyaya hak ettiği kadar değer verse, lâyık olduğu kadar onu sevse, mana ve mahiyetini bilse, ne sahip olduklarına bu kadar sevinir, ne kaybettiklerine böyle üzülür. Dünyanın hiçbir halini kendisine dert etmez. Nimetlerini şükürle karşılar, külfetlerine sabırla tahammül eder. Dünya insanın arzularına göre hareket etmediğine ve onun bir sahibi olduğuna göre, “Görelim Mevlâ neyler, neylerse güzel eyler” der. Pencerelerden seyreder, içlerine girmez. Böylece dünyanın derdinden ve tasasından da uzak kalır.

Dünyanın cazibesine kapılıp aldatıcı güzelliğine meftun olanların ise, derdi hiç bitmez. Adam çok zengin olur, malının mülkünün ve servetinin muhafazası kendisine dert olur. Yüksek dağların başında duman eksik olmadığı gibi, zengin insanın da başında dert eksik olmaz. Fakir olur, bu defa da yokluktan, sıkıntıdan, borçtan ihtiyaçtan yana dert yanar. Nefis ve heves daima sahip olduğundan fazlasına talip olduğu için, hiçbir nimet ile tatmin olmaz. Nefsin gözü hep yükseklerdedir. Daima daha fazlasını, daha iyisini ve daha güzelini arar.

İnsan bazen de dünya işlerini yoluna koymak için ahiret işlerini ihmal ediyor. “Şu işimi de bitireyim, şu eksiğimi de tamamlayım, işlerimi yoluna koyayım, borçlarımı ödeyim, alacaklarımı tahsil edeyim” gibi gerekçelerle sürekli kafasını ve kalbini meşgul edenler, dünya işlerini kendilerine dert ediniyor. Ama dünyanın işini bitirmeye kimsenin gücü yetmiyor. Bu arada insan farkında olmadan dünya insanın işini bitiriyor.

Yani derdi dünya olanın dünya kadar derdi oluyor. Böylece ebedî hayatın kazanılması için yapılması gereken işlere zaman ve imkân kalmıyor.

Halbuki insanın başında öyle büyük bir dert ve dâvâ daha var ki, dünya onun yanında sinek kanadı kadar ehemmiyet taşımaz. Bu ise, öteki dünyayı, yani ebedî hayatı kazanmak veya kaybetmek derdidir. Aklı başında olan her insanın en büyük derdi bu olmalıdır. Yoksa, bu fâni dünyayı dert edinmekle onu elde edemeyeceği gibi, bâki bir dünyayı da kaybetmek tehlikesi ile karşı karşıya kalabilir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*