Derdimizi Marko Paşa’ya değil, Allah’a anlatmalıyız

Demokrasiye her ara verilmede jurnalcilik prim yaparken, hakperestleri gözden düşürmek ve bir yerlere yamamak için ötekileştirip “sende mi onlardansın” çamuruyla bir nevi Çin işkencesi yapılır.

Çinliler işkencede mahirdirler. Oradaki işkence her ne kadar bedenî ise de neticesi psikolojiktir. Bu işkencede kurban bağlanır ve yere yatırılır. Başının üstüne 1-2 metre yüksekliğe altı delinmiş bir tulum konulur. Öyleki damlalar kurbanın alnının tam ortasına düşer. Kurban delirene kadar bu işkence günlerce devam eder.

Bu Çin işkencesine her vesileyle başvurmak (özellikle sancılı dönemlerde) en kolay bir yol tercihi ki, böylece rakiplerden intikam alınır. Tarih bunun örnekleriyle dolu.

Bediüzzaman Hazretleri 31 Mart kargaşasında “şeriat isteriz” diyen 8 taburu ve İstanbul’un yükünü taşıyan doğu kökenli hamalların isyan girişimlerini bastırdığı ve ihtilâlcilere prim vermediği halde, Divan-ı Harb-i Örfî’de yargılanırken bahçede asılı idamlıklar gösterilerek “Sen de şeriat istemişsin” diye tehdit edilişi Tarihçe ve hafızalardadır. Soru tam bir fitne ve tuzaktır. Zira hem âlim olacaksınız hem de şeriat istemeyeceksiniz! Beklenenin aksine Bediüzzaman; “Şeriatın bir hakikatına, bin ruhum olsa feda etmeğe hazırım! Zira şeriat, sebeb-i saadet ve adalet-i mahz ve fazilettir. Fakat ihtilâlcilerin isteyişi gibi değil.” diyerek mahkemeden beraetle “Zalimler için yaşasın Cehennem” diyerek çıkmıştır.

70’lerde sağcı solcu diye bölünmüş mahalleler vardı. Oradan geçen bir vatandaş sorguya çekilir, muhalif fikirliyse falakadan geçirilirdi. Sağ kalırsa ne âlâ, yoksa giderdi kesesinden. O dönemde bu korkudan “Ne sağcıyım ne solcu, futbolcuyum futbolcu” tanımlaması bile yapılmıştı.

PKK’nın yol kesip haraç topladığı ve kimlik sorduğu o dönemlerde “Söyle bakalım Kürt müsün Türk mü?” sorgulaması Çin işkencesine dönerek vatandaşı kimlik bunalımına itti ki bir zaman sonra Batı’da yaşayan Kürtler kimliğini gizler oldular.

28 Şubat ve evailinde tankların paletleriyle asfalt patlattığı, gazetelerin Genelkurmaya birifing verdiği, iş adamlarının, rektörlerin, baronun, yüksek yargının ve ulusalcıların dine dâvetiye çıkarıyor diye hükûmete parmak gösterdiği o karanlık günlerde, Kemalizm en büyük argüman ve dayanak noktasıydı.

Hemen her televizyon röportaj ve açık oturum tartışmalarında demokrasiyi ve dini müdafaa edenler çapraz ateşe tutulurdu ki, aç kurtların önüne ve öteki mahalleye atmak için kasıtla: “M. Kemal’i seviyor musun?” Sevsen de sevmesen de, buyur Çin iskencesi…

GİT DERDİNİ MARKO PAŞA’YA ANLAT

Dilimizde yerleşik bir deyim vardır. Size bir suç isnad edildiğinde “Yahu ben yapmadım, masumum” diye çırpınsanızda nafile; “Git derdini Marko Paşa’ya anlat” denir.

Marko Paşa; Rum asıllı bir Osmanlı hekimidir. Asıl adı Marko Pitsipios’dir. Hastalarını uzun uzun sabırla dinleyen, dertlerine tıbbî yönden yardımcı olmakla birlikte, onlara manevî huzur ve rahatlık veren bir hekimdi. Marko Paşa’nın ünü halk arasında iyice yayıldı ve zamanla, yakınmayı dinleyecek kimsenin olmadığını vurgulamak için söylenen “Git derdini Marko Paşa’ya anlat” ifadesi oradan miras kaldı bize.

Türkiye bir travma yaşıyor. Ne idüğü belirsiz işler dönmede. Karmakarışık bir tabloda gece gölgesinden korkar hale getirildi millet. Bir deli kuyuya bir taş attı ki çık çıkarabilirsen içinden.

Son bir kaç senedir cereyan eden büyük bir fitne memleketi parçalara böldü ki sen onlardansın sen şunlardansın. Ben şuyum, buyum, 50 senedir şöyleyim demeniz de nafile. Bir kere durumdan vazife çıkartılacak ya! Kendisi de vatan bekçisi. Sizin farklı bir şey söylemeniz, adalet, suçun şahsiliği var ki Kur’ân’ın düsturudur demeniz kâfî; sen de onlardan mısın?

Toplumda yaşanan bu kimlik bunalımı sizi de değer yargılarınızdan ediyor. Savunduğunuz ilkeleri bile müdafaa edemez, kendinizi ifade etmek için zalimlerin dilini kullanmaya mecbur hale getiriyor. Böylelikle düzene gizli biat edenler sınıfına ite-kaka dâhil ediliyorsunuz.

Bu adese ile evhama ve gayr-i meşrû korkulara kapılarak dâvâdan vazgeçmeniz sizi dünya ve ahirette güldürmediği gibi kimseye de yarandırmaz. Yaranmak ise ancak Yaradana olmalı. Zira O razı olsa bütün dünya küsse ehemmiyeti yok. Birilerine yaranmak, aç canavara muhabbet en başta sizi yaralar. Ehl-i Hak inandığından mürteci olmamalı. Dönüş ancak Hakk’adır. Ehl-i Hakk’a düşen Hakk’ı müdafaa etmektir, varsın anlamayanlar olsa da…

Zübeyir Ağabeyin o meşhur sözü bize rehber olmalı: “Herkes derdini size anlatacak, ama siz derdinizi sadece Allah’a anlatacaksınız.”

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*