Derin İttihatçıların Bediüzzaman düşmanlığı

Burada iki gün peşpeşe okuyacağınız konuyu daha evvel “Günün Tarihi” vesilesiyle işlemiştik. Şimdi ise, aynı konuyu altı aydan beri sürdürdüğümüz “Yakın Tarih Kronolojisi” çerçevesinde ele alarak, bu kabil yazıları merakla ve dikkatle takip eden aziz okuyucularımızın istifadesine takdim ediyoruz. MLS

Anadolu’ya geçen Bediüzzaman, İzmit’te gözaltına alınıyor

Yakın tarihimizin en şaibeli, en netameli ve en karanlıklı safhalarından biri olan “31 Mart Vak’ası”, bizim de en fazla dikkatimizi çeken ve üzerinde etraflıca durmaya çalıştığımız konulardan birini teşkil ediyor.

Zira, 1909 yılı Nisan ayı ortalarında patlak veren o hadise, yüz yıldan fazla bir zamandır Türkiye’yi en çok meşgul eden “demokrasi ve darbeler” meselesinin ilk ve en çetin halkası özelliğini taşıyor.

Ne gariptir ki, o büyük çalkantılar esnasında İstanbul’da bulunan Bediüzzaman Hazretleri, dahilî kargaşayı önlemek için elinden gelen gayreti gösterdiği halde, bilâhare maksadının tam aksiyle itham edilir ve idamla yargılanmak üzere sıkıyönetim mahkemesine sevk edilir.
Bediüzzaman, kimsenin söz dinlemez hale geldiği İstanbul’daki kargaşalı ortamdan uzaklaşmak maksadıyla, önce Bakırköy taraflarına çekilir, ardından da Anadolu’ya geçmek için trenle İzmit’e gider.

İzmit’te, İttihatçılar tarafından önce şânına yakışır bir ihtiramla karşılanır. Ancak, İttihat–Terakki’nin “derin merkez”inden gelen ikinci bir emirle, orada gözaltına alınır, sorgulanır ve İstanbul’daki Divân–ı Harp Mahkemesine gönderilir.

Derin İttihatçıların asıl gayesi, bir bahane bulup Bediüzzaman’ı darağacına göndermekti.
Ne var ki, takdir–i İlâhî başkaydı. Hiçbir tedbir, o takdiri bozamazdı.

İşte, o devirde yaşanan çetin hadiseler zincirinin İzmit’teki safhasına dair detaylı bilgileri, birinci derecedeki bir şahidin kaleminden okuyup öğreniyoruz.

“1 Numaralı Adam”

Evet, konuyla alâkalı birinci elden kaynağımız, 1879–1952 yılları arasında yaşamış olan gazeteci–yazar Rifat Yüce’nin “Kocaeli Tarihi ve Rehberi” isimli kitabıdır.

Bu kitabın ilk baskısı, 1945’te yazarının sahibi olduğu Türkyolu Matbaasında yapılmış. Elimizdeki ikinci baskısı ise, 2007’de Demkar Yayınevi tarafından neşredilmiş.

Meşrûtiyet yıllarında İttihatçıların İzmit’teki “1 Numaralı adamı” olan Rifat Yüce, bağlı bulunduğu teşkilâtın genel merkezinden gelen emre uyarak, 1909 yılı Nisan ayı sonlarında Bediüzzaman’ı İzmit’te gözaltına alıp tutuklatıyor ve onun ilk sorgulamasını da bizzat kendisi yapıyor. Bir süre sonra da, Divân–ı Harb–i Örfî’de yargılanmak üzere İstanbul’a gönderiyor.

Üstad Bediüzzaman, 31 Mart Vak’ası esnasında, anarşi ve kargaşanın içinde boğulma noktasına gelen İstanbul’un merkezinden uzaklaşıyor. Önce, Bakırköy taraflarına gidiyor. Kısa bir süre sonra da, Anadolu’ya geçmek üzere trene biniyor. İzmit’te trenden iniyor. Bir otelde misafir ediliyor. Aynı günün gecesi, İttihat–Terakki Cemiyeti Genel Merkezinden gelen ikinci emre göre, derhal tutuklanması isteniyor. (İlk emre göre, hürmet ile ağırlansın deniliyordu.)

Hadisenin gerisini, cemiyetin İzmit şubesi komiseri konumundaki Rifat Yüce’nin söz konusu hatıra kitabının 236–37 sayfalarından takip edelim.

Notlar:
1) Aşağıda göreceğiniz parantez içindeki ifadeler tarafımızdan konuldu. MLS.
2) 28. Lem’a’nın “Hafız Tevfik’in Fıkrası’nın Tetimmesi” bölümünde, Üstad Bediüzzaman’ın İzmit’e çekilme meselesi hakkında şu ifadeler zikrediliyor: “İşte o tarihte 1325 (l909) 31 Mart Hâdisesi münasebetiyle, İstanbul’dan kaçarak muvakkat bir zaman mücahede–i mâneviyeyi bırakmak niyetiyle Hareket Ordusundan firar edip İzmit’e geldi.”

Bediüzzaman’ın şöhretini duymuştum

Bir gün (1909 Nisan ayı sonları), akşama yakın, yani ezanî saat 11 sıralarında İstanbul’dan İzmit’e gelen yolcu trenini karşılamak üzere istasyona gidiyordum.

Tren gelmiş ben biraz geç kalmışım. Tersane Kapısı hizalarına vardığım sıralarda, yolcular geliyorlardı. Bu dönenler içinde Jandarma Tabur Kumandanı Binbaşı Zekeriya, Reis Halil Beyler de vardı.

Fakat, bu arada gözüme (…) bir adam çarptı. Etrafını büyük–küçük kalabalık bir halk kitlesi kaplamış. Hele çocuklar, o adamın yürümesine engel olacak kadar bir önüne, bir yanına geçmekte ve ona bakmaktaydılar.

Bu hal dikkatimi çekti. “Kimdir bu adam?” diye sordum. “Bediüzzaman Said Nursî” diye cevap verdiler. (“Nursî” lâkabı o tarihte kullanılmadığına göre, bunu hatıra yazarı sonraki yıllarda isim tam anlaşılsın diye kendisi yazmıştır.)

Bu zatın şöhretini daha Meşrûtiyet ilân edilmeden (Temmuz 1908’den) önce duyuyordum.
Diyorlardı ki: “Doğu’dan bir Kürt Hoca gelmiş, İstanbul ulemasının takdirini kazanmış…”
Böylece kendisi ağızdan ağza, yani kulaktan kulağa dolaşıyor ve duyuluyordu. Meşrûtiyet ilân edildikten sonra, bu zat matbuat (basın–yayın) sahasına çıktı. Ama olumlu sahada (İttihatçıların yanında) değil de, muhalif (İttihad–ı Muhammedî, Ahrâr–ı Osmaniye Fırkası tarafında) yazılar yazdığı görülüyordu.

Bununla beraber, fikrî ve mütalâaları halkın dinî hislerini okşar bir surette olduğu için, onun yazısının çıktığı gazeteler çok okunurdu.

Bu surette, 1908 inkılâbında Bediüzzaman Said Nursî denilen zat da, o devrin din bilginleri arasına girmişti.

Bediüzzaman Said Nursî’nin elbisesi ve tutuklanması

Said Nursî, İstanbul hamallarının kaba kumaştan yaptırmış oldukları dayanıklı elbiselerden giyinmiş. Ama, buna birçok ilâveler yapmış. (…)

Sarığı da aynı şekildeydi. Bediüzzaman’ın bu haline herkes hayret etmişti. Ben bunun benzeri olarak bir adam görmüştüm; ama o meczuptu. Fakat, bu öyle değil.

Ben onun bu haline hayret etmekte iken, İttihat ve Terakki Cemiyeti adına Bediüzzaman ile görüşmemi ve onun fikir ve kanaatlerini öğrenmemi, aynı zamanda yatacak ve yiyeceğini temin etmemi söylediler.

Ben kendisini Şems Oteli’ne ve lokantaya götürdükten sonra, kendisi namazını kılarak yattı. Ben de kulübe (İttihat–Terakki Şubesi) gittim. Tam iki saat içinde, İttihat ve Terakki Cemiyeti Genel Merkezi’nden, cemiyet adına Bediüzzaman’ın tutuklanması emri geldi.
Ve, tutuklandı. Yanmış Hükümet Konağı’nda yeni yapılmış olan Polis Dairesinde, (İstanbul’daki) Divan–ı Harb–i Örfi’ye gidinceye kadar, orada tutuklu kaldı.

Bu arada, Bediüzzaman Said Nursî’yi otele getirdikten sonra, İzmit halkından da birçok kimse gelip ziyaret etti. Ziyaret edenlerin çoğu, muhafazakâr kesimdendi. Bu gibi ziyaretçileri, onun hal ve tavrını pek okşayamıyordu, zannederim. Çünkü, onlara (dinde hassas, muhakemede noksan kimselere) mütemayil görünmüyordu.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*