Ders kürsüsü ve sahiplenme şuuru

Medrese-i Nurîyelerimizde hazırlanan ders okuma kürsüleri tamamen Nur’a ve talebelerinin şahs-ı manevîsine aittir.
Orada oturup cemaat içinde nefsine ders okuyan şahsın, o kürsüye ne kalıcı ne de geçici sahiplik iddiası olamaz. O kürsü belli şahıslara münhasır görülüp gösterilemez.

Eğer kitaba ve şahs-ı manevîye ait olan o kürsüde sürekli aynı kişi veya münhasıran iki veya üç kişi görülürse, zamanla o/onlar kürsünün sahibi/sahipleri gibi zannedilirse, böyle görünüp gösterilmekten camianın tamamı mes’ul olur.

Öne geçenlerin, önde görünenlerin zamanla kendilerinde bir ayrıcalık, bir üstünlük vehmetmelerine, hatta belki de (hafazanallah) ihlâsı kaybetme riskiyle karşı karşıya kalmalarına bir sebep de; cemaatî şuurla vaziyet ve vazife almada varlık gösteremeyenler, güya “üst” olma korkusuyla vazife ‘üst’lenemeyenler olacaktır.

Halbuki herkes vazife üstlenirse, tabiri caizse bu hizmette vazife alma üstünlüğüne nail olursa; manen-hizmeten-ihlâsen üstünlük herkesin olur, her ferdin olur, camianın olur.

Belli bir kaç kişiye münhasır kalmaz, belli bir kaç kişiden beklenmez ve belli bir kaç kişiye mal edilmez..

Bu sadece kürsü meselesinde değil, dâvâya ait her meseleyi topyekûn sahiplenme şuuru her alanda elzemdir.

Bu sahiplenmenin de merhale ve mertebeleri var. Ruhen taleb, aklen kabul ve kalben de tasdik ettikten sonra amelen de tatbik etmektir aslolan.

Bir düşünün ki umum Nur Talebeleri iman-Kur’ân dâvâsında olduğu gibi, hakikatları hayata tatbik hususunda da aynı hedefe odaklanmışlar. Nur’un dünyaya yayılan geniş dairesinin kemale ermesi ve İttihad-ı İslâm’ı netice vermesi yönünde gayret sarfediyorlar. İç ve dış meselelere bakışta da bu ölçüyü esas alıyorlar. Matbuat âleminde Nur şeceresinin kökünü yeşil tutma cehd ve gayretinde olanlara destek veriyorlar.

Bunun en zayıf mertebesi ruhen taleptir. Sonra aklen kabul ve kalben tasdik ettikten sonra amelen tatbik lazım gelmez mi?

Barla Lâhikası’nda, Üstad’ın hizmetkârlarından Hulûsi ağabeyin şu tesbitlerine bir bakalım:

“En az on beş günde bir defa okunması emir buyurulan Yirmibirinci Lem’a, evrad edinilecek kadar ehemmiyetlidir. Malûmdur ki, kale içinden feth olunur. Bugünkü muvaffakıyete sebeb olan ihlâs kalkarsa, maazallah o zaman çok vahim neticeler tevellüd eder. En büyük düşmanımız nefsimizdir.(…)” (Barla Lâhikası, 306)

DAR DAİRE

Ey kardeş! Hizmeti, ihlâsı, sadâkati, tesanüdü, sebatı, takvayı, uhuvveti, muhabbeti, meslek ve meşrebi bütünüyle muhafazaya çalıştığın bir dairen olmalıdır ve vardır. Ama ister istemez dardır ve dar tutmalısın da…

Sen dar tutmasan da insanlar ve hadiseler daraltacaklardır ve daraltıyorlar. Sen de bu dar daireye kanaat etmelisin.

Zira mezkûr hususiyetleri bütünüyle muhafaza etmek buna bağlıdır.

Zaten dar dairede muhafazasına çalıştığın bu hususiyetler; senin muhabbet ve uhuvvetini en geniş yelpazesiyle bütün İslâm ve insanlık âlemine şâmil tutmana mani olmaz, bilâkis yardım eder.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*