Dertlere deva, hastalara şifa: Hastalar Risalesi

Çarşıda, pazarda, şifalı bitkiler ve karışımlar satan insanları görürüz. Ellerine aldıkları bir demet otu veya bir şişe içindeki karışımı göstererek, “Hastalara şifa, her derde deva, her evin ihtiyacı bunlar” şeklinde tanıtımlarla satış yapmaya çalışırlar. Ellerindeki ürünün üzerindeki tanıtıcı etiketi okuduğunuz zaman, baş ağrısından kansere kadar her türlü hastalığın o bitkilerde ve macunlarda bulunduğunu zannedersiniz. Modern tıpta derdine çare bulamayanlar, alternatif tıp denilen bu bitkisellerde dertlerine deva ararlar.

Bizim de elimizde böyle şifalı bir iksir var. Hem de öyle bir iksir ki, maddî ve manevî her türlü maraz ve musîbete karşı her zaman herkesin rahatça kullanabileceği bir şifa kaynağı. Hem koruyucu, hem tedavi edici özelliğe sahip. Bu ilâçlara herkesin hava kadar, su kadar ihtiyacı var. Ama hastanelerde yatan ve maddî dertlerine deva arayan insanların daha fazla ihtiyacı olduğu için, bu iksirlerin öncelikle onlara ulaştırılması gerekmektedir.

Biz de elimizde bulunan çok şifalı ilâçlarımızı, her derde deva olan iksirlerimizi paketleyip, hastalarımıza ulaştırmak için yola çıktık. Bizim elimizdeki ürün, öyle basit bitkisellerden ve macunlardan ibaret değildi. Bunlar, Kur’ân eczanesinden terkip edilmiş, zamanın maddî ve manevî dertlerine deva olan tam bir şifa kaynağıydı. “Hastalar Risalesi” adını taşıyan bu ilâçların prospektüsünde şu ifade dikkat çekiyordu:

“Hastalara bir merhem, bir teselli, manevî bir reçete, bir iyadet-ül mariz ve geçmiş olsun makamındadır.”

Daha önce çeşitli illerde, çeşitli hastanelerde bu iksirlerden hastalara takdim etmiş, çok müsbet neticeler almıştık. Geçen Cumartesi günü de aynı ilâçlardan Afyon Devlet Hastanesindeki hastalarımıza ulaştırmak için yola çıktık. Hastane personelinin yardımı ve yol göstermesi ile elimizdeki “Hastalar Risalesi” adlı ilâçları hastalarımıza dağıtmaya başladık. Her girdiğimiz odada birkaç hasta yatıyordu. Bazı odalarda çocuklar, bazılarında gençler, bazılarında yaşlılar, bazılarında ise genç kızlar ve kadınlar bulunuyordu. Kimi üzgün, kimi bezgin, kimi ümitli, kimi kederli, kimi kaderine teslim olmuş vaziyette, gözleri kapıda belki de bir ziyaretçi bekliyorlardı.

Kapılarını çalıp selâm verdikten sonra “Geçmiş olsun” diyor ve kitaplarımızı takdim ediyoruz. “Bunlar Kur’ân eczanesinden süzülen ilâçlardır. Bir de bunları deneyin. Allah’ın izniyle şifa bulacağınızı ümit ediyoruz” diyoruz. Bazıları şaşkın, bazıları kapılarını çalan birilerinin olmasından dolayı memnun olarak uzattığımız kitapları alıyor ve teşekkür ediyorlar. “Allah şifa versin” diye yanlarından ayrılırken, biz de bir hastaya daha şifa olacak bir iksir ulaştırmaktan memnun oluyoruz.

Biz koridorlardan geçerken görüyoruz ki, yataklarında yatmakta olan hastalar veya yanlarında bulunan yakınları, kitapları merakla okumaya başlamışlar bile. Yanlarından geçerken duâ eden ve teşekkür eden hastaların gözlerindeki ümit ve sevinci görmek bizleri de mutlu ediyor.

Hastalar Risalesi’nin öncelikle hastalara ulaştırılması gerektiğini söylerken, “Hasta kimdir?” sorusunun da doğru cevabını bulmak gerekmektedir. Hasta deyince, sadece hastanelerde yatan insanlar akla gelmemeli. Öyle insanlar vardır ki, zahiren sağlıklı göründükleri halde, kalbî ve ruhî öyle dertleri vardır ki, yoğun bakımda yatan bir insandan daha hasta vaziyette olabilirler.

Üstad Hazretlerinin Hazret-i Eyyûb Aleyhisselâm’ın kıssasını hatırlattıktan sonra yapmış olduğu şu tesbit, çok çarpıcı bir gerçeği ifade etmektedir: “Hazret-i Eyyûb Aleyhisselâm’ın zâhirî yara hastalıklarının mukabili bizim bâtınî ve ruhî ve kalbî hastalıklarımız vardır. İç dışa, dış içe bir çevrilsek, Hazret-i Eyyûb’den daha ziyade yaralı ve hastalıklı görüneceğiz.” (Lem’alar, İkinci Lem’a)

Başta kendi kalp ve ruhumuz olmak üzere, hemen her insanın bu Kur’ânî reçetelere ihtiyacı vardır. Bir İlâhî ikram olarak bunlar bizim elimize verildiğine göre, herkese bu reçeteleri ulaştırmak en önemli vazifelerimiz arasında olmalıdır. Yoksa vebal altında kalacağımızı kabul etmeliyiz.

Biz de bu düşüncelerle daha fazla insana bu eserleri ulaştırmak için bir de özel bir hastaneyi ziyaret ettik. Orada yatan hastalara da kitaplarımızı takdim ettikten sonra, yaşlı ve kimsesizlerin misafir edildiği Afyon Huzurevi’ne gittik. Huzurevi Müdürü ve aynı zamanda gazetemizin “Huzurevi” köşesinin yazarı olan Muzaffer Karahisar’ı ziyaret ettik. Muzaffer Hoca’nın ilginç hatıralarını dinledik. Oraya da bir miktar Hastalar Risalesi bıraktık.

Afyon ziyaretimiz çok istifadeli ve bereketli geçiyordu. Mihmandarımız Mehmet Kenar Ağabey’in refakatinde Üstad Hazretlerinin Afyon’da bir süre ikamet ettiği evi ziyaret ettik. Orada kısa bir ders yaptıktan sonra, akşam Sami Cebeci Ağabey’in seminerine katılmak üzere dershaneye gittiğimizde, akşam ezanı okunuyordu.

Çevre illerden gelenlerin katılımı ile kalabalık bir cemaate hitap eden Sami Cebeci, sıdkın fert ve toplum hayatında ne kadar önemli olduğunu anlattı. Yalanın da ne kötü bir maraz ve illet olduğunu kendi üslûbu ile güzelce izah etti. Çok istifadeli bir program oldu.

Dolu dolu geçen bir günün ardından Eskişehir’e dönmek üzere yola çıktığımızda saat gece yarısına yaklaşıyordu. O gün hem hastalara şifa olacak bir iksir sunmuş, hem de kendi kalp ve ruhumuza çok iyi gelen bir ziyarette bulunmuştuk.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*