Derviş veya hanedanda oynaş

Avrupalı görünmekle Avrupalı olmak farklı şeyler olsa gerek. Avrupalı olmak; dindar ve hürriyetperver Avrupa’nın esas aldığı temel prensipleri kabullenerek icraatına çalışmak anlamına gelmeli. Avrupa’da doğmuş olmak, orada tahsil yapmak, Avrupalıyla evlenmek ve hatta hayatını orada geçirmek, her zaman “Avrupalı olmak” mânâsına gelmiyor.

Bu girizgâha bizim meşhur “hanedan” sebep oldu. Amerika ve Londra merkezli enstitülerle uyumlu çalışma uğruna bir ülkeyi iflâsa ve tereddîye götürmekte beis görmeyen sâbık dışişleri bakanımızla vezir-i âzam Derviş’imizin; damad-ı şehr-i yar ile kraliçe hazretlerini kurtarmaya yönelik oynaşları… Türkiye kadar yalana revaç veren veya imkân tanıyan bir başka ülkeyi bilmiyorum. Aldanmak veya aldatmaktan hasisçe zevk alan insanların şaşırtacak derecede etkin olduğu bir ülke… İktidara geldikleri günden beri “İyiye gidiyoruz!“ mesajlarıyla ülkenin halkıyla uğratıldığı ihaneti millete zafer olarak lanse edecek kartel medyasına da sahip bir hanedanı, eminim, dünyanın hiçbir yerinde bulamazsınız.

Geriye, yani Derviş’in New York-Washington mutlu azınlığının arasından alınıp ülkenin başına külah gibi giydirildiği günlere gitmek istemiyorum. Derviş’in gelişini bazan da 11 Eylül sürecinde Ankara’nın tahkimi olarak düşünüyorum. Zira hanedan için Londra-New York hattı ne kadar önemli ise, mutlu dünya azınlığı için de Ankara o derece önemli olsa gerek. Süleyman Demirel’in reisicumhurluktan ayrıldığı günden bu yana Türkiye’nin dıştaki kayıplarının çetelesini tutmak da bana düşmüyor. Fakat bu kadar başarısız—veya bilerek zarara giren—sözü ile icraatları çelişen ve ülkeye millî izzet düzleminde bu derece zarar vermiş başka kimleri tanıyorsunuz ki…
“Merd-i kıptinin sirkati artık fahr oldu.” Bütün bu millî zararlara rağmen parlatılmaya çalışılan hanedan mensuplarının resimlerini gördükçe Müslüman bir Türk olarak bunalıyorum ve utanıyorum. Zira Avrupalılar, hanedanı Asya hanesinde zikrediyorlar. Onların yüz seneden bu yana Anadolu halkına kan kusturduklarını nereden bilsinler ki..

Hanedanı da milletimiz Avrupalı bilir. Zira hemen hemen tüm mensupları Washington, New York, Paris, Londra veya Cenevre gibi merkezlerin mekteplerinden mahreçlidirler. En az dört-beş Batı insanı bilirler. Çocuklarının bez ve mamaları bile aynı merkezlerden gelir. Fakat bunlar hiçbir zaman Avrupalı olmadılar. Avrupa değerleri yerine hanedan içi değerlerle yetiştirildiler. Bir nevi Enderun gibi…

Türklük veya Müslümanlıkla mesafeli olan hanedanın, icraatını çoğu kez menfaat zebunu veya şöhret budalası Anadolu kökenlilere yaptırdığını da biliyoruz. Değişmeyen bir doğruları vardır: Bir asırlık Halk Partilidirler. İttihad Terakki’den Rahşan Hanımın partisine kadar. Partinin dizginleri, birinci derecede idareci olmadıkları zamanlarda da ellerindeydi. İsmet Paşa hem M. Kemal’in silâh arkadaşı, hem de Kemalizmin dört rüknünden birisi olarak hayatının son günlerini yaşarken, altındaki sandalye bir başka hanedan mensubunca çekilmişti. Şimdi aynı sandalyeyi Kayserili Hüsam’ın eliyle, hanedanın çelebisi Cem Hazretleri tekrar çekiyor. Önemli olan iktidarın hanedanda takarrurudur. İsmet Paşa döneminde geri planda durmayı yeğleyen hanedan, Ecevitlerle bir adım ileriye çıkmıştı. Artık bugün, bir taraftan New York’un müzahereti, diğer taraftan “Hüsam gibi” sadakatli kulların azalmasıyla bilmecburiye sahnedeki yerlerini alıyorlar.

11 Eylül’le birlikte işleri kesatlaşan mutlu dünya azınlığının da umudu hanedan. Hanedan olmadan Amerikalı şahinler grubu dünyayı nasıl ateşe verebilsin ki… Hanedanın bir işlevi de nifak yoluyla diğer İslâm ülkelerindeki istibdatların devamına yardımcı olmaktır. Wolfowitz’in ağzından düşmeyen “Türkiye modeli”nin arkasındaki mânâ da budur. Hanedanın başarısını tetikleyen yalnızca bir-iki unsur değil. Kemalizm, Atlas ötesindeki mutlu azınlık, İngiltere’nin dış politikası, dinini siyasî ve ticarî menfaatlerle değiştiren sözde İslâm taraftarları veya Cibaliler, Erciyes yaylasının milliyetçilik adına Selanikli hanedana kucak açışı gibi daha birçok husus başarı trendini bugüne kadar yukarıda tuttu.

Bu başarının devamına gelince… Hanedanla prenslerin oynaşı artık deşifre olundu. Bundan ötesini Anadolu’dan gizlemek çok zor. Şu oyunların yalnızca onda birisi Avrupa’da oynansaydı, siyasetçiler doğduğuna pişman edilirdi. Ne oyunun, ne de oyuncuların Avrupa ile ilgileri olmadığından, hanedan mensupları katı birer AB karşıtı. Çelebi Cem’in AB’ye taraf olduğuna inanıyorsanız, zokayı yutmuşsunuz demektir. Hiçbir hanedan saltanatını nihayete erdirecek bir birliği kabul eder mi ki, bizimkiler Avrupacı olsunlar? Bu oyunlar Avrupa’da oynanmış olsaydı, krizler bahanesiyle batan sermayedarlarla, yine bu yolla milyarlarca dolar kaybeden devletin sahipleri Derviş’i çoktan yargıya teslim etmişlerdi. Geldiği New York’a kaçma imkânı bile bulamazdı.

Kartel medyası cerbezeyle, yalanla ve parlatmayla, dümen suyunda olduğu hanedanın azalan ömrüne katkıda bulunmak istese de, dünya konjonktürü müsait değil. Amerika birkaç şehirden ibaret olmadığı gibi, AB’nin de nefesi artık hanedanın ensesinde… Dileyelim ki bu oynaş hanedanın son oynaşı olsun…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*