Devlet ve Yönetim krizi

altŞöyle bir hatırlayalım:

Mevcut iktidar yönetimde işbaşına geldiği zaman çok iddialı idi.

Hak ve hürriyetler, ekonomik kalkınma, demokratik reformlar ve diğer evrensel kurallar en önemli hedefler arasındaydı.

Zaten partinin de adını ‘adalet ve kalkınma’ olarak tespit etmişlerdi.

Haklarını yemeyelim.

Bir süre iddialarının takipçisi oldular.

‘Avrupa Birliği’ üyeliği bağlamında güzel gelişmelere imza attılar.

Ancak bu durum devam etmedi.

2008 yılında ise tam tersi bir dönüş yaptılar.

O meşhur Dolmabahçe görüşmesi sonrası yani.

Orada zamanın Genelkurmay Başkanı Sayın Büyükanıt ile başbakanı Erdoğan bir görüşme yaptı.

Bu görüşmede ne konuşuldu bilinmez.

Ama sonrasında birden işler tersine döndü.

Hükumet batıdan yüzünü doğuya çevirdi.

Reformlar askıya alındı.

Demokratik süreç sekteye uğradı.

Adalet sarsıldı. Ekonomi tökezledi. Kalkınma yerinden kalkamaz oldu. Her şey geriye gitmeye başladı.

15 Temmuz sonrası ise işler büsbütün çığırından çıktı.

İktidar cephesi muhalefetin etkisini sıfırlayarak önce tek parti idaresine yöneldiler.

Bir süre fiili olarak tek parti rejimi ile yola devam ettiler.

Ardından bunu da terk edip ‘tek adam’ yönetiminde karar kıldılar.

Bu gün çok ağır bir tek adam yönetimi var fiiliyatta.

Şöyle bir bakın siyasi hayata…

Meclis olabildiğince pasifize edilmiş durumda.

Milletin seçtiği vekiller adeta bir süs malzemesi oldular mecliste.

Muhalefet ise 23 Nisan çocukları gibi salı günleri grupta müsamere yapan bir görüntüye büründü.

Sanki bir demokrasicilik oyunu oynanıyor.

Tek adam rejiminin geldiği nokta ise haksızlık, adaletsizlik, hukuksuzluk ve ekonomik kriz.

Evet bu gün çok ağır bir siyasi ve ekonomik kriz yaşıyoruz.

Daha ötesi bir devlet krizi…

Bir yönetim veya yönetilememezlik krizi.

Her şey alt üst olmuş durumda.

İşsizlik, hayat pahalılığı, enflasyon, ekonomik büyüme, gelir dağılımı dengesizliği bir kangren halini almış. Mal emniyeti, can emniyeti, adalet ve hukuk güvencesi yerlerde sürünüyor.

Peki ya dış dünya ile ilişkiler.

Tam bir kargaşa hali var ortada.

Hani derler ya büyük devletler ile geçinmek “ayı ile dostluk kurmak gibidir” diye.

Bizim adamlar ise öyle cesur ki…

Bir değil, iki ayı ile birden dostluk kurmaya kalkışıyorlar.

Bir bakıyorsunuz koşuyorlar Amerika’ya, “Aman biz senin dostunuz” diye…

Bir de bakıyorsunuz soluğu Soçi’de almışlar.

Putin’e tekmil veriyorlar.

Her iki cepheden de korkup ürküyorlar.

Ne var bu adamların ellerinde ki bizim başkan bunlardan çok korkuyor.

Yoksa “ABD’nin elinde mal varlığı ve Halkbank dosyası”, “Putin’in elinde de 15 Temmuz ile İŞİD kozları” var iddiaları doğru mu?

Doğru ise yandı gülüm keten helva…

Bu millet daha çok çile çekecek demektir.

Ne uğruna?

Tek adamın rahatı uğruna.

Bir adam için koca ülke yanacak böylece.

Yazık gerçekten, hem de çok yazık…

Peki bu acı ve ağır tablonun sorumlusu kim dersiniz?

Bir anda “iç mihraklar, dış mihraklar, derin devlet, faiz lobisi vs…” diye zihin dünyanızda bir sürü sebep sayabilirsiniz.

Tüm bu sebepler doğrudur da…

Ancak mühim bir suçlu daha var, oda:

Bediüzzaman’a gönül verme iddiasında bulunanlar.

Nasıl mı?

Şöyle ki: Üstada gönül verenler Risale-i Nurda şerh ve izah edilen içtimai ve siyasi prensiplere sırt çevirdiler. Üstadın ikaz ve tavsiyesini dinlemediler. Siyasi sahanın en önemli aktörü olan Demokratları bizzat kendi elleri ile boğazlayarak siyasi bir tahribat yaptılar.

12 Eylül istibdadına destek veren bir kısım talebeler, önce ‘cemaatleri dünyevileştirme projesinin mimarı’ olan bir siyasi partiye destek verdiler, ardından bazıları milliyetçi ve ırkı zihniyet dümen kırdılar. En sonunda ise “ölüler de oy versin” diyen meczuplarla birlikte gömleğini çıkarmış dini siyasete alet eden iki yüzlü tiplerle siyasi entegrasyona gittiler.

Peki sonuç?

İşte bu günkü hal ve durum.

Hayatın her cephesinde ağır bir kriz ve tek adam yönetimi…

Demek ki, en az diğerleri kadar Üstadı dinlemeyen kardeşler de bu krizden sorumlu.

Evet hal böyle.

Durumlar pek vahim gözüküyor.

Ancak her şeye rağmen ümitvar olmak lazım.

Şu an için her şey boğucu ve karanlık görünebilir.

Fakat unutmamak lazım ki sabaha en yakın olan zaman karanlığın en yoğun olduğu zamandır.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*