Devrimlere direnen adam: Said Nursî

İslam’a mugayir devrimlerin ve inkılapların hiçbirinin Said Nursi’nin hayatında yeri olmadı.

‘’25 Kasım 1925’te yeni bir kanun bütün erkeklerin şapka giymek zorunluluğunu koydu ve fes giyilmesini cezayı gerektiren bir suç haline getirdi.’’1

‘’1934 (3Aralık) Bazı kisvelerin giyilemeyeceğine dair kanun kabul edildi. Bu kanunla din adamlarının mabet dışında dini kıyafetle dolaşmaları yasaklandı.’’2

1 Kasım 1928’de Dil devriminin yapılmasıyla Arap harfleriyle yazı yazmak ve okumak yasaklandı.

Dil ve yazı ile ilgili devrim yapılmadan önce komisyonlar kuruldu:

‘’Gazi, her ne kadar harf devrimine karar vermiş ve bu konuyu, geçen yıllar içinde aydınlarla tartışmışsa da, bunu herkesin desteğini almadan yapmak istemiyordu. Bundan dolayı savaşa ancak 1928’de, başta birkaç borazan sesiyle haber verdikten sonra girişti. Yeni bir yazı hazırlamak üzere bir alfabe komisyonu kurdu. Komisyonun kendi başına kalırsa, bu işi ancak üç yılda çıkaracağını bildiği için toplantılara kendisi de katılıyor ve üyeleri, güçlü görüşlerinden yararlandırıyordu. Komisyon başlıca üye seçtiği Falih Rıfkı’ya, üyelerin süre olarak ne düşündüklerini sordu. Falih Rıfkı, ‘Beş yıl diyen var,’ dedi. Düşündüklerine göre birkaç yıl, okullarda her iki yazı birden öğretilecek, gazetelerde yan yana basılacaktı. Gazi buna karşı çıktı. O zaman herkes eski yazıyı okumasını sürdürür, yenisinin yüzüne bile bakmazdı. Kararını bildirdi: ‘Bu ya üç ayda olur ya hiç olmaz!’

Böylece, yeni alfabe altı haftada hazırlandı.’’3

Ama bütün bunlara rağmen, devrimlere direnen Said Nursi; Risale-i Nur Külliyatı adını verdiği eserlerini Arap harfleriyle, Osmanlıca yazarak köy köy şehir şehir dağıtımını yaptı ve yaptırdı.

O bir savunmasında şunları söyleyecekti ve bu sözler onun devrimlere inatla direnişini tarihe mal edecekti:

‘’O zâlim, dünyaca büyük makamlarda bulunan bedbahtlar dediler: ‘Sen, yirmi senedir bir tek defa takkemizi başına koymadın. Eski ve yeni mahkemelerin huzurunda başını açmadın, eski kıyafetinle bulundun. Halbuki on yedi milyon bu kıyafete girdi.’

Ben de dedim: On yedi milyon değil, belki yedi milyon da değil, belki rızasıyla ve kalben kabulüyle ancak yedi bin Avrupa-perest sarhoşların kıyafetlerine ruhsat-ı şer’iye ve cebr-i kanunî cihetiyle girmektense, azîmet-i şer’iye ve takvâ cihetiyle, yedi milyar zatların kıyafetlerine girmeyi tercih ederim. Benim gibi yirmi beş seneden beri hayat-ı içtimaiyeyi terk eden adama ‘inat ediyor, bize muhaliftir’ denilmez. Haydi, inat dahi olsa, madem Mustafa Kemal o inadı kıramadı ve iki mahkeme kırmadı ve üç vilâyetin hükûmetleri onu bozmadı; siz neci oluyorsunuz ki, beyhude hem milletin, hem hükümetin zararına, o inadın kırılmasına çabalıyorsunuz?‘’4

Görünen o ki, Said Nursi canı pahasına bu yasaklara direnecek, ne sarığından ne de cübbesinden taviz vermeyecekti. Kur’an harfleri yasak diyeceklerdi, o Kur’an harfleriyle binlerce Risale yazdıracaktı. Halifelik kaldırıldı, sarık cübbe çıkarıldı diyeceklerdi; ama o, sanki halifelik kendisinin omuzlarında devam ediyormuşçasına, sarığına ve cübbesine kimseyi dokundurtmayacaktı. ‘Bu sarık bu başla beraber çıkar.’’’5 sözü tarihe mal olacaktı.

Dipnotlar:
1- Bernard Lewis. Modern Türkiye’nin Doğuşu, Çev. Prof. Dr. Metin Kıratlı, T.T.K Ankara 2000, s. 269
2- Türkiye’de Cumhuriyet Dönemi Din Eğitimi ve Öğretimi Kronolojisi, DEM Dergi, Yıl 11, sayı 2, Uludağ Ün. İlahiyat Dergisi 1998.
3- Lord Kinross, Atatürk: The Rebirth of a Nation (Atatürk: Bir Milletin Yeniden Doğuşu) Altın Kitaplar Yayınevi. İst. Kasım 2006, s. 511
4- Bediüzzaman Said Nursi, Şualar, s.259.
5- Bediüzzaman Said Nursi, Emirdağ Lahikası, YAN. s.266

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*