Dil, kaderin mührüdür

Kelâm sıfatının sahibi olan Allah, Mütekellim’dir. Kelâm sıfatı insan dilinde; hikmet, ilim ve kudretiyle kaderî sarmallar halinde tecelli etmektedir.

Rum Sûresi’nin 22. Âyetinde: “Yine göklerin ve yerin yaratılışı ile dillerinizin ve renklerinizin farklı oluşu da O’nun âyetlerindendir. Şüphesiz ki bunda bilenler için nice ibretler vardır.” ifadesinden anlaşıldığı kadarıyla dil, pek çok sıfat ve esmasıyla beraber Allah’ın vahdaniyetinin bir âyeti ve alâmetidir. Ancak, dil âyetinin tecellisinin tezahürü, doğrudan Allah’ın insanın dilinde kaderî bir mühür olarak karşımıza çıkar. Dilin anatomik ve filolojik yönünden ziyade duygu ve düşüncenin ifadesi ile tecelli eden kaderî mühür tezahürüne dikkat çekmek isteriz.

Şu kadar ağırlıktaki et parçası üzerinde, hikmetle tecelli eden İlâhî sıfat ve esmanın tefekkürünün yanında duygu ve düşüncenin de yine o et parçası esas olmak üzere boğaz ve ağızda bulunanların müşterekliğiyle ifadesi nasıl oluyor da kadere alâmet oluyor, mühür oluyor?

Kader, Allah’ın ilmi ve takdiridir. Bilmenin ve bunu ifade etmenin insandaki vasıtası dilidir. Hissedilen ve bilinenin ifade ve nakil vasıtası olarak bilen ve takdir eden Allah’ın; insandaki dili, kaderî bir mühür ve alâmettir, diyebiliriz.

Konuyu biraz açalım:

Bir eşya veya hadisenin meselâ gülün mânâsı kalbden çıkmadan önce muhtemeldir ki bütün insanlarda aynıdır. Ancak bu mânâ hayale geldiğinde akıl ve hissin tesiriyle şekil alırlar. Bu noktada insan mensup olduğu milletin diline, lehçe ve ağzına uygun olarak gülü ifade eder. Burada doğrudan anadili kullanan kişi, araya başka dillere çevirmeden direkt kendi öz dilini kullandığı için ifade etme vasıtası olan dil ile dimağında yüklenmiş bulunan kaderî programı kullanır.

Dil; ailesine ve toplumuna uygun şekilde millî duyguların yansıyan ışığıdır. Edebî eserlerin meydana çıkması için en gerekli şarttır. Eğitim ve öğretimin âdeta hayat suyu, değer ve kalkınmanın ölçüsüdür. Doğrudan doğruya herkesin vicdanını açan ışık demeti gibi tesirlidir. Böylesine kıymetli olan dil, ihmal ile ve karmakarışık olan ve bazı dalları, uygun zannedilerek aşılanmalarla geri ve verimsiz bırakılmamalı. Aksine büyük bir medeniyetin doğmasına aday iken eksik ve kısır kalan lisan, millî gayrete şikâyette bulunur.

Bediüzzaman, teşbih ve istiare dolu ifadesiyle; toplumun dili, o toplumun geçmiş ve geleceğini içinde saklayan bir kaderidir. Mazinin örf ve âdetleri dil ile ifade edilir ve nakledilir. Tıpkı günümüz insanının kullandığı dilini, geçmişten tevarüs ettiği gibi. Bu şekli ile çekirdek, ait bulunduğu ağacın özelliklerini saklayan kaderî bir programı noktasından dil de geçmişin bütün hususiyetlerini, bilgi ve tecrübelerini saklayan kaderî bir programdır, vasıtadır.

Bediüzzaman, “insanda kaderin mührü lisanıdır”,1 derken insaniyetin sureti, lisanı ile resmedildiğini ifade eder. Bu suretin içerisinde bütünüyle insaniyet ile alâkalı olan bilgi ve tecrübeler dil ile alınır ve dil ile verilir. Dolayısıyla lisan kaderî bir pakettir, mühürdür.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*