‘Dil’in eğitimdeki ehemmiyeti

İnsanı insan yapan husûsiyetlerin başında yer alan Dil, Hz. Adem’den (as) yani insanın ilk yaratılışından beri yüzlerce çeşide, binlerce şive ve ağızlara ayrılarak gelmiştir. Bugüne kadar dilin pek çok tarifi yapılmıştır.

Özet olarak dil:

a) İnsanlar arasında anlaşmayı sağlayan fıtrî (yaratılışta olan) bir vasıta;

b) Kendine has kuralları içinde yaşayıp gelişen canlı bir varlık;

c) Milleti bir arada tutan, koruyan ve milletin ortak malı olan sosyal bir müessese;

d) Milletin ortak malı olup, onun varlığını koruyup devamını sağlayan muazzam bir yapıdır.

Dil insanların bir arada yaşamasını sağlar. Aynı dili konuşan, ortak kader birliğine sahip insanlar bir araya gelerek bir milleti meydana getirir.

Milletlerin ortak hafızası olan dilleri, aynı zamanda onun varlığının da garantisidir. Bir milleti millet yapan, onu ayakta tutan, devamını sağlayan en önemli bağlardan biridir.

Milletin ortak malı olan bir dilde o milletin sahip olduğu mirasın izleri vardır. Ferdi olarak bir dile herhangi bir müdahalede bulunmak, kurallar koymak mümkün değildir ve büyük bir cinayettir! Bu onun fıtratına da (temel yapısına) da aykırıdır. Kendine ait husûsiyetleri olan ve fıtrî bir tekâmül (olgunlaşma) içinde gelişen dil, bütün bir milletin ortak malıdır.

Dilde Yenileşme ve Sadeleştirme Fikri

Yukarıda kısaca ehemmiyeti ve husûsiyetine işaret etmeye çalıştığım, aynı zamanda bir millî bağ olan dilde “Sadeleştirme” veya “Yenileşme” adı altında yapılan değişiklikler, aslında büyük bir tahrifattır! Asırlarca, medeniyetle beraber gelişen dili katletmektir! Dolayısıyla, milleti millet yapan en mühim bağlardan birini felç etmek, ilerlemeyi engellemek demektir! Medar-ı iftiharımız olan ecdadımızla aramızdaki bağların koparılması, şerefli tarihimizden koparılmamız demektir!

Hem yenileşme ve sadeleşme fikri hangi ihtiyaçtan doğmuş ve ne gibi bir gayeye matuftur? Faydası nedir? Kime ne faydası var? Dünyaca tanınmış başka bir dilde benzeri var mı? Buna benzer birçok soru sorulabilir.

Yenileşme ve sadeleştirme ile beraber “Alfabe Değişikliği” fikri ilk defa 1. Meşrûtiyet’in ilânından (23 Aralık 1876) sonraki yıllarda ortaya atılmıştır. Bu fikre ilk ve en şiddetli olarak rahmetli Namık Kemal karşı çıkmıştır! Çünkü o, “Bir milleti mahvetmek için alfabesini değiştirmek kâfidir” diyordu!

Bizde 1928 yılında yapılan Harf İnkılâbı ile “Kur’ân-ı Kerîm” ve “Kur’ân Alfabesi” yasaklanmıştı!1 Bin seneden beri “Millî Kültür” halinde gelişen ve atalarımızın 12 yazı çeşidini geliştirdiği “Kur’ân Alfabesi”ne “Arap Alfabesi”; Latinceden alınan harflerle teşekkül ettirilen yeni alfabeye de -daha ilk başta- “Türk Alfabesi” denildi! Bu ani, tepeden inme değişiklikle, büyük âlim ve müderrisler (ordinaryüsler) bir anda okuma yazma bilmeyen cahil durumuna düşürülmüştür! Bununla da kalmadı. Bugüne kadar değişiklikler devam etti!

Doksan seneden beri yapılan tahrifat ortada. Osmanlı İmparatorluğu zamanında (1299-1920), en gelişmiş şekliyle 150 bin kelimeye ulaşan “Türkçe Dil haznesi”, bu gün çoğu uydurukça olan 5 bin kelimeye indirilmiştir! Asırların birikimi olan tonlarca ilmi kaynakların, bir kısmı imha edilmiş, bir kısmı dahurda olarak dışarıya satılmıştır!2

Gelinen nokta, imparatorluğun dağılma döneminde bile okuma seviyesi yönünden dünya çapında ön sıralarda yer alan ülkemiz, bu gün en gerilere düşürülmüştür!

İşte “Eskiyi unut, yeni yolu tut” sloganı bizi böylesi ileri seviyeye (!) getirmiştir!

NOT: 1) Bütün okuyucularımızın ve Alem-i İslâm’ın üç aylarını ve Regaip Kandili’ni tebrik eder, bütün insanlık için sulh ve huzura vesile olmasını Cenâb-ı Allah’tan (cc) niyaz ederim.

2) 1 Nisan Cumartesi Vakıfta saat 12.00’de Ali Ferşadoğlu “Risale-i Nur Işığında Başkanlık Sistemi” konulu bir seminer verecektir.

Dipnotlar:
1- Bin senedir Kur’ân’ın bayraktarlığını yapan milletimize Kur’ân-ı Kerîm’in okutulması bile yasak edildi! Kur’ân okutan vatandaşlar ise yakalandığında, büyük bir cürüm işlemiş gibi şiddetle cezalandırılıyordu! Öyle ki, bazı yerlerde halk tarafından tünel kazılıp, gizlice Kur’ân okutulmuştur!
2- Meselâ 1930’lu yıllarda tonlarca kaynak eser Bulgaristan’a hurda fiyatına ihraç edilmiştir! (bkz. Yakın Tarih Ansiklopedisi).

Naci Tepir

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*