Din eğitimi tarihimize kısa bir bakış

Osmanlı Mîrası üzerine ve onun mîrasını pek çok yönüyle reddederek yeni bir devlet inşa eden Cumhuriyet Kadrosu, İkinci Selim ve üçüncü Mahmut’la başlayan “Batılılaşma serüvenimizin” en son ve en geniş halkasını teşkil etmiştir. Yeni devlet; bir çeşit Pozitivizm diyebileceğimiz, tamamen pozitif bilimin ışığında, her şeye rağmen bir Batılılaşma ve Medenîleşme kavramları üzerine kurulmuştur.

İlk dönem yapılan inkılâplar; Harf devrimi ve Osmanlıca’nın Yasaklanması, Şapka İktisaı Kanunu, Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceğiyle ilgili Kanun, Ölçü ve Tartılar Hakkındaki Kanun, Tatil Günlerinin Değiştirilmesi Hakkındaki Kanun ve en son, Lâikliğin Anayasaya girişi; hepsi, bu zihniyetin ürünü olarak yapılan değişiklikler olmuştur. Bu bağlamda, Cumhuriyet tarihi boyunca inişli çıkışlı bir seyir izleyen ‘din eğitimi’ni yakından incelediğimizde; her şeyden önce, eğitime de her şeyiyle bir “devlet sorunu” olarak yaklaşıldığı açıkça görülecektir.

Şer’iyye ve Evkaf Vekâleti’nin lağvedilmesi, Hilâfet’in Kaldırılıp yerine Diyanet İşleri Başkanlığının kurulması ve “özellikle” doğrudan Başbakanlığa bağlanması, hep bu “devletçi” zihniyetin ve her şeyi, din de dâhil olmak üzere kontrol altında tutmak isteyen düşünce yapısının ürünü olmuştur. Din eğitiminin, zaman zaman, okul ve okul dışında tamamen yasaklanması (zaman zaman dinî muhtevalı kitaplar bile yasaklanmıştır), yeri geldiğinde de ilk ve orta öğretim kurumlarında, anayasal bir zorunluluk haline getirilmesi hep bu uygulamaların bir sonucu ve devamı olmuştur.

Sebilürreşad Dergisi tarafından yayınlanan ‘Hazret-i Muhammed’ isimli kitabın İçişleri Bakanlığı tarafından toplatılması ve yasaklanması hususunda yazılan, aşağıda gelen şu yazı dinî özgürlüğün o dönem itibariyle ne kadar ağır bir baskı altında tutulduğunu göstermesi bakımından gerçekten ibret vericidir:

T.C. Dahiliye Vekâleti, Matbuat Umum Müdürlüğü, sayı 653, Ankara 17 Mayıs 1943; “Muhterem Efendim, Mektubunuzu aldım. Biz, her ne şekil ve suretle olursa olsun memleket dahilinde dinî neşriyat yapılarak dinî bir atmosfer yaratılmasına ve gençlik için dinî bir zihniyet fideliği vücuda getirilmesine taraftar değiliz. Zât-ı âlilerinin herkesçe de müsellem olan ilim ve faziletine hürmetkârız. Ancak, günün bu kabil neşriyata tahammülü olmadığını siz de takdir edersiniz.” Matbuat Umum Müdürü, Vedat Nedim Tör, Sebilürreşad, c. 12, sayı 284, A. Fuat Başgil.

1947 yılının Aralık ayında yapılan CHP’nin yedinci kurultayında, Din Eğitimi ve Lâiklik konularının müzakeresi sırasında CHP Gaziantep Milletvekili Cemil Sait Barlas görüşlerini şu şekilde açıklamıştır:

“Arkadaşlar! Ben tamamen dinî inkılâba taraftar olan bir adamım. Fakat dinî inkılâbı biz yapamayız. Bir asker gibi yetişen insanın dinin inkılâbını yapması imkânsızdır. Luther bir papazdı. Reform dedikleri dinî inkılâp papazlardan gelmiştir. Tanrıöver, (H. Suphi’ye hitaben) siz papaz mısınız ki dinî inkılâp yapacaksınız; yahut hoca mısınız?..”

1943 tarihli ikinci Millî Eğitim Şûra Kararlarının Değerlendirilmesiyle ilgili merhum Ali Fuat Başgil, Türk cemiyetinin, o dönem itibariyle dinî bakımdan geldiği en vahim bir noktaya önemle parmak basar ve şu gelen en acıklı değerlendirmede bulunur:

“Yıllardan beri Lâiklik namına, sistemli ve ezici hücumlarla mâneviyat aleyhine yürüdükten sonra, demek ki bugün tekrar hareket noktamıza gelmiş bulunuyoruz… Din terbiyesinin halk ahlâkıyatı üzerindeki rolünü anlamak için, inkâr ettiğimiz hakikatlerin ve seneler süren hata ve hafifliklerin acı acı intikam aldığı bugünü mü beklemek lâzımdı? Maneviyatı yıkıp, yerine çıplak ve çirkin bir sansualizm ilâhesi oturtmakla, sosyal çözülmeden ve ruhsal sefaletten başka ne kazandık?!..”

Yusuf Ziya Yörükan, 1948 yılı “Din Maarifi ve Din Tedrisatı” başlıklı yazısında şu ilginç, ilginç olduğu kadar da “önemli” tesbitleri yapmıştır:

“Her mesleğin bir ihtisası vardır. Medeniyet ilerledikçe ihtisas işi önem kazanıyor. İş bölümüne değer veriliyor; meslekte titizlik gösteriliyor ve o nispette başarı gösteriliyor. Bizde ise din meselesi bahis konusu olunca eline kalem alan bilgiç kesilir; şahsî arzular izhar edilir, indî mütalâalar yürütülür. İlim meselesi siyaset meselesine, din meselesi dünya meselesine karıştırılır; mukaddesat anlayışı, manevî psikoloji, Müslümanlık eğitimi o kadar kolay! … Din kıymetlerinin sıfıra indirildiği yerlerde ise, vicdan huzuru kalmıyor, çalışma azmi kırılıyor, diğergamlık ve hayırhahlık hisleri kalkıyor. Ahlâkî fazilet yerine şahsî menfaat ihtirası kaim oluyor. Etrafı zulmet, hayvaniyet ve sapıklık alıyor… Milleti dinî hisler ve bilgilerle bezemeye selâmetimiz namına da mecburuz…”

Ne demişti Asrın Vekili, CHP Genel Sekreteri Hilmi Bey’e (Uran) hitaben o yıllarda: “Eski Dâhiliye Vekili, şimdi Parti Kâtib-i Umûmîsi Hilmi Bey, eğer şimdi, eski zaman gibi kahramancasına Kur’ân a ve hakâik-i imana sahip çıkmazsanız ve sizler gibi ehl-i hamiyet eskide yanlış bir surette ve din zararına medeniyetin propagandası yerinde doğrudan doğruya hakâik-i Kur’âniye ve imaniyeyi tervice çalışmazsanız, size katiyyen haber veriyorum ve kat’i hüccetlerle ispat ederim ki, âlem-i İslâmın muhabbet ve uhuvveti yerine, dehşetli bir nefret; ve kahraman kardeşi ve kumandanı olan Türk milletine bir adavet; ve şimdi âlem-i İslâmı mahva çalışan küfr-ü mutlak altındaki anarşîliğe mağlup olup, âlem-i İslâmın kalesi ve şanlı ordusu olan bu Türk milletinin parça parça olmasına ve şark-ı şimaliden çıkan dehşetli ejderhanın istilâ etmesine sebebiyet verecek.

“Evet, hariçte iki dehşetli cereyana karşı bu kahraman millet, Kur’ân kuvvetiyle dayanabilir. Yoksa, küfr-ü mutlakı, istibdad-ı mutlakı, sefahet-i mutlakı ve ehl-i namusun servetini serserilere ibaha etmesini alet ederek dehşetli bir kuvvetle gelen bir cereyanı durduracak, ancak İslâmiyet hakikatiyle mezcolmuş, ittihad etmiş ve bütün mazideki şerefini İslâmiyette bulmuş, bu millet dayanabilir. Bu milletin hamiyetperverleri ve milliyetperverleri, her şeyden evvel bu mümteziç, müttehid milliyetin can damarı hükmünde olan hakaik-ı Kur’âniyeyi terbiye-i medeniye yerine esas tutmak ve düstur-u hareket yapmakla o cereyanı durdurur inşaallah.” (Emirdağ Lâhikası, 190)

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*