Din karşıtı jakoben laiklik

Avrupa’da doğan ve dine, dindara veya ateistlere nötr kalan laikliğe kim karşı gelebilir? Laiklik, devletin her türlü inanç karşısında tarafsız kalmasıdır. Laiklik, aynı zamanda inanç hürriyetidir ve inançların şemsiyesidir.

Biz, ismi laiklik olan, ama “jakoben”ce uygulanan, özellikle İslâmiyetin aleyhinde ve Müslümanların dinî hayatını ortadan kaldıran bir unsur olarak kullanılan1 laikliğe karşıyız ve mücadele ede geliyoruz.

Hâlen AB’yi (isabetli kriterlerini) savunmamızın temel sebeplerinden birisi de budur. Hak ve hürriyetlerin tam olarak yerleşmesine hizmet etmektir.

Aslında İslâmiyet, mütefekkirlerin, mazlûmların ve fakirlerin sığınağı olmuş, dâima onları korumuştur. Dolayısıyla, jakoben laik ve seküler bir anlayışın İslâm toplumlarında yeri olamazdı. Fransız Büyük İhtilâlinin tesirinde kalan Osmanlı aydınları ve Türkiye Cumhuriyetinin kurucuları, yanlış bir kıyas ile, “Batı laik oldu, dini terk etti, ilerledi; biz de dini terk edelim ve terakki edelim” mantığıyla hareket ederek, İslâm dinine karşı savaş açtı.2

Milletin sosyal yapısı, inancı, kültürü, gelenekleri, tarihî gelişimi ve dünyanın akmakta olduğu “serbestiyet ve mâlikiyet” devrine de taban tabana zıt olan “devrimler”, 1925-1932 yılları arasında tamamlanır. İpleri ele geçiren CHP (İttihad ve Terakki Partisi’nin jakoben, müstebit, diktacı kolu) liderinin ilke ve inkılâpları yerleştirmek için hangi yollara başvurduğunu kendi ifâdelerinden takip edelim: “Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılâpların gayesi, Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen asrî ve bütün mânâ ve eşkaliyle, medenî bir topluluk haline getirmektir. İnkılâplarımızın esas gayesi budur. Bu hakikati kabul edemeyen zihniyetleri tar ü mâr etmek zarûrîdir.”3

Yapılmak istenen şey, eskiyi kaldırıp, yeni bir insan modeli ortaya çıkarmaktı. Uygulanan laiklik de tamamen, “dinsizlik” mânâsında, “militan laiklik”4 idi. Gözardı edilen önemli bir püf noktası vardı: İslâmiyet, aynı zamanda millî bir karakter olarak cemiyetin bünyesinde yer etmişti. İslâm milliyeti, 1000 yıldan beri, milletin genlerine işlemiş, âdeta kotlanmıştı. Buna rağmen, böyle bir laiklik anlayışı ve tatbikatı çarpıktı, yanlıştı, kasıtlı değilse büyük bir ihmaldi… Gerçi, İngiltere Sömürgeler Bakanı Gladstone, Ocak 1938 yılında, hükûmet başkanına sunduğu raporda, “ihmal” olmadığını açıkça belirtmişti: “Savaş bize gösterdi ki, İslâm Birliği, imparatorluğun sakınması ve mücadele etmesi gereken en büyük tehlikedir. Ne mutlu bize ki, Kemal Atatürk, Türkiye’yi kavmiyetçi ve laik bir çizgiye yerleştirmekle kalmadı, aksine tesirleri çok derin olan reformlar yaptı. Bu reformlar, Türkiye’nin İslâmî tesirini kırdı.” Gladstone, daha önce de, İngiliz Avam Kamarasında Kur’ân’ı kaldırmış, “Ya bu Kur’ân’ı ortadan kaldırmalıyız veya Müslümanları ondan soğutmalıyız” demişti. Nitekim, emeline ulaştığını da çok geçmeden, yukarıdaki raporuyla açıklamıştı.

Laik-seküler anlayışın hayatın her kademesinde uygulanmak istendiği, CHP’nin 1947 kongresinde “Laiklik yalnız din ile siyaset arasında bir alâka kurulmaması değil, sosyal hayatın her yönü ile din arasında bir münâsebet kurulmamasıdır” şeklinde yer alır.5

Dipnotlar:
1- Ali Ferşadoğlu, Gönüllü Kültür Kuruluşları, Yeni Asya Neşriyat, İst. 1995, s. 21.
2- Prof. Dr. Şerif Mardin, Türkiye’de Din ve Siyaset, İletişim, İst. 1998, s. 97.
3- Cumhuriyet’in 10. Yıl Nutku, 30 Ağustos 1925.
4- C. Eroğlu, Demokrat Parti Tarihi, s. 91.
5- Doç. Dr. Mümtaz’er Türköne, Modernleşme, Laiklik ve Demokrasi, s. 3.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*