Din nelere âlet edilmiyor ki?

Din, insanın kalbinin cilâsı, ruhunun mi’racı, aklının nuru, vicdanının ziyası ve şaşmaz ölçüsüdür. Ahiretinin teminatı, dünyasının saadetidir. Bediüzzaman Hazretlerinin tarifi ile, “Din hayatın hayatı, hem nuru hem esası”dır. Bu hususiyetleri ile din, insanın en değerli mukaddesidir. İnsanı insan eden din duygusudur.

Böyle değerli bir duygu, maalesef çok değersiz menfaatlere âlet ediliyor.

Dinin âlet edildiği alanların başında siyaset gelmektedir. Öyle ki, dindar görünümlü siyasetçiler, milliyetçiler, siyasal İslâmcılar, laikler, sağcılar, solcular, sosyal demokratlar ve hatta komünistler ve ateistler de dahil olmak üzere, siyasî yelpazenin her kanadında siyaset yapanlar, yeri geldiğinde dinden ve dinî duygulardan siyaset adına istifade etmeye çalışıyorlar. “Din umumun mukaddes malıdır, herkes ondan istifade edebilir” ama, siyaset için değil. Olur olmaz yerde dinî söylemlere sarılmak, dinî sembolleri kullanmak, dinî eserleri teşhir etmek, dinden istifade değil, dinî istismar etmek olur. Halbuki gerçek âlimler ve müceddidler, mukaddes din duygularını dünya menfaatine değil, ahiret menfaatine bile vasıta ve basamak yapmamışlar, yapılmasına da müsaade etmemişlerdi. Allah’ın dini, sadece Allah’ın rızasını kazanmak için istimal edilir. Zaten Allah’ın rızasını kazandıktan, sonra insanın başka neye ihtiyacı kalır ki?

Dini siyasete âlet edenler karşılığında ne kazanıyorlar? İktidar, ikbal, mevki, makam, belki de bol miktarda dünyalık. Halbuki dünyalık elde etmek için o kadar çok meslek ve vasıta var ki, dini kullanmaya hiç gerek yok. Din, dünyalık için değil, ahireti kazanmak için lâzımdır. Ama dini kullanmak hem daha kolay, hem de daha çok kazandırıyor. Bir siyasetçi kürsüye çıkıyor, bir kaç âyet ve hadis okuyor, o da yetmezse eline bir Kur’ân-ı Kerîm veya Risale-i Nur alıp “biz bunlara hizmet ediyoruz” diye havaya kaldırıyor. Milletin dinî duygularını galeyana getiriyor, ondan sonra gelsin oylar, makamlar, mevkiler…

Din sadece siyasete âlet edilmiyor. İhtilâllere ve darbelere de âlet ediliyor. 12 Eylül darbesini hatırlayanlar bilirler, darbeyi meşrû göstermek ve kendilerine destek bulmak için darbeciler tarafından uçaklardan âyet ve hadisler atılmıştı. Bununla da kalınmamış, bazı cemaatlerin ileri gelenleri ikna edilerek din adına darbelere methiyeler düzülmüştü. Bazı hocalar ve cemaat önderleri, darbeye destek olmanın dinî bir vecibe olduğunu söylemişlerdi. Laiklik ilkesini tahkim eden darbe anayasası oylanırken bile, bu anayasaya evet demeyenlerin vebal altında kalacakları yolunda fetvalar verilmişti.

Anayasasında laiklik esası bulunan ve din işleri ile devlet işlerinin birbirinden ayrı olduğunu savunan devlet de bir çok alanda dini istismar ediyor. Vergi dairelerinin kapılarına bakınız. “Vergilendirilmiş kazanç kutsaldır” yazar. Yani vergi toplamak için insanlara kutsallık hatırlatılıyor ve bu yolla vicdanlara hitap ediliyor. Cuma hutbelerini devletin kurumu belirliyor ve ihtiyaç duyulan alanlarda halkın devlete yardımcı olması için cemaatin dinî duygularından faydalanılıyor. Orman Haftasında ağaç kesmenin günah olduğu, trafik haftasında trafik kurallarına uymanın sevap olduğu, trafik levhalarını tahrip etmenin kul hakkına girdiği ve günah olduğu şeklinde hutbeler okunuyor. Tüketiciyi Koruma Haftasında insanlara hileli mal satmanın haram olduğu, organ bağışı haftasında organ bağışının helâl olduğu vs. gibi konular, hutbe konusu yapılıyor ve âyet ve hadislerle desteklenerek anlatılıyor. Böylece devlet de bir çok hususta kanun ve kurallarının uygulanması için dini âlet ediyor.  Yanlış anlaşılmasın, elbette insanları güzel davranışlara teşvik etmek için dinin emir ve yasaklarından faydalanmak, onları her zeminde anlatmak ve ders vermek güzel bir şeydir. Burada devletin iki yüzlü davranışına dikkat çekmek istiyorum. Bir tarafa “laiklik ilkesine göre devlet işleri ile din işleri birbirinden ayrıdır” diyeceksiniz, diğer tarftan devletin âciz kaldığı yerlerde dinden medet umacaksınız. Bu çelişkinin ortadan kaldırılması ve laikliğin dinin dışlanması anlamına gelmediği belirtilmelidir.

Din, siyasete ve mevzuata âlet edildiği gibi, ticarete de âlet ediliyor. Bir patronun ofisinde, çalışma masasının arkasındaki duvarda gösterişli harflerle “İşçinin alnının teri kurumadan emeğinin karşılığını veriniz” Hadis-i Şerifi yazar. Diğer taraftan aynı patron, kan ter içinde çalışan işçilerinin ücretlerini geciktirmek ve bu paraları başka bir yerde değerlendirmek için elinden geleni yapar. Esnafın tezgâhının üstünde “Aldatan bizden değildir” yazar, ama kalitesiz ve çakma malları birinci sınıf diye satmak için yemin etmekten çekinmez. Bir çok işletmelerin, firmaların ve imalathanelerin isimleri ve amblemleri dinî motifler taşır, fakat ürettikleri ve sattıkları mallar, harama hizmet eder. Tesettür gibi İslâm şeairi bir kıyafet bile, bir çok ticarî malın reklâmında kullanılıyor.

Din, patronun ve amirin gözüne girmek, böylece itibar kazanıp makam-mevki elde etmek için de âlet ediliyor. Bu hususta bir çok olaya bizzat kendim şahit olduğum için rahatlıkla bu ifadeyi kullanabiliyorum. Bir kurumun başındaki müdür dindar birisi ise, oruç tutuyor namaz kılıyorsa, orada çalışanlar da birden bire dindarlaşırlar. Yıllardır orada çalıştığı halde mescidin yerini bilmeyenler, ezan okunmadan mescitte yerlerini alırlar ve müdürlerinin arkasında namaz kılmak için birbirleriyle yarışırlar. O müdür tayin olup gittiğinde, mescitler de eski müdavimlerine kalır.  

Din daha başka nelere âlet edilmiyor ki? Meselâ evliliğe âlet ediliyor. Dindar bir kızı beğenip onunla evlenmek isteyen bir genç, hemen dindarlaşıyor. Kızın ve ailesinin gözüne girmek, onlara kendisinin de dindar olduğunu göstermek için dört dörtlük Müslüman olup çıkıyor. Konuşmalarında dinî terimler kullanıyor, âyet ve hadisler okuyor, ezan okunduğunda takkesini başına geçirip namaza duruyor. Amacına ulaşıp evliliğini gerçekleştirdikten sonra yavaş yavaş namazlar sekteye uğruyor. Bir süre sonra tamamen namazdan vazgeçiliyor.

Evet, din gibi en mübarek ve mukaddes bir duygu; dünyevî ve nefsî olan bir çok alanda istimal edilirken, aynı zamanda da istismar ediliyor. Halbuki din, kalbin ve ruhun gıdasıdır. Ondan manevî kemalat için istifaze edilir, istifade edilir, fakat asla istismar edilmez. Bunu yapanlar, din gibi ebedî saadeti kazandıracak bir hazineyi, bu geçici dünya menfaati ile takas ediyorlar. Âdeta elmasları verip yerine değersiz cam parçalarını alıyorlar. 

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*