Din ve siyaset ilişkisi

Asr-ı Saadetten günümüze uzanan bir tarih seyrinde, siyaset ve din ilişkilerini görürüz. Bir başka deyişle dini siyasetin alanına çekmek isteyenlerle dinin yüksek hadimlerinin mücadelelerine şahit oluruz.
Hadimlerin; ikâz ve irşadlarından rahatsız olan devletlûlerin, onları devre dışı bırakma refleksleri günümüze kadar uzanagelmektedir.

Hz. Ali ve Hz. Hasan’ın Muaviye ile, Hz. Hüseyin’in Yezid ile karşı karşıya gelmelerinde hep bu ilişki göze çarpmaktadır.

Yine İmam-ı Şafii, İmam Ebû Hanife, İmam-ı Rabbânî’den ta yakın asrın mücedidi Mevlâna Halid-i Bağdadi’nin kaderleri az çok benzerlik arzetmektedir.

Devletlûlerin dindar bile olsa insiyatifi elden bırakmama refleksleri, alimlerin ikâzlarıyla hep çatışagelmiştir.

Hak ve hakikatı müdafaa eden o zâtlar ya sürgün, ya hapis, ya da güçleri yetmeyince sinsi yollar tercih edilerek zehirlemeler ve katl’lerle bertaraf edilme yoluna gidilmiştir.

Hz. Ali, şeyheyne; (Hz. Ebubekir, Hz.Ömer, Hz.Osman) 20 sene bir nevi şeyhülislamlık yaptığı zamanda adalet-i mahza, yani tam adalet tatbik edilmiş, bir tek niza vukû bulmamıştır. Olsaydı Hz. Ali hakkı müdafaa eder, şeyheyn de ittiba ederlerdi.

Ne zaman ki Hz. Osman şehit edildi, dengeler alt üst oldu. O zamana kadar

Kur’ân tam yaşandığından ve hak-hukuk kâmil mânâda hayata geçtiğinden, din devlet ilişkilerinde mücadele yaşanmıyordu.

Hz. Osman’dan sonra Hz. Ali’nin kısa süren hilafetin de; adalet-i mahzayı istemeyen (gücü elinde bulunduran ve saltanat peşinde olan Emevîler), İçtihadla adalet-i izafiyeyi tatbik etmek istemeleri neticesinde nizâ başlamış oldu. (Diğer mes’eleler bahanedir.)

Bir şeriat memleketi olan Osmanlı’da; Hz. Üstadın Divan-ı Harb-i Örfî’deki yargılanmasında “Sen de şeriat istemişsin” denilerek idamla tehdit edilmesi…

Yine 1. Meclis’de milletvekillerine karşı irâd ettiği hutbe keyfiyetindeki konuşması, M. Kemal’in: “Hoca, hoca biz seni buraya çağırdık ki yüksek fikirlerinden istifa edelim, sen ise namaza dair şeylerden bahsettin aramıza nifak soktun” demesine mukabil Üstad ise: “İmandan sonra en büyük hakikat namazdır…” meşhur konuşmasından sonra, “Onu gördüğünüzde siyasetle mukabele etmeyin” hadisi mucibince Ankara’yı terkedip inzivaya çekilmesi hadisesi, bir kere daha devletin irşâd edicilere karşı refleksini göstermiştir.

Devleti yeniden inşa edenler; alimlerin yeni kurulacak düzende yerleri olmadıklarını beyan, Din-i Muhammediye’yi tağyir etmek isteyen münafıkane niyetleriyle yüzbinlerce alimi i’dam etmeleri ve Bediüzzaman’ı Şark’tan alıp Burdur, Isparta, Barla, kastamonu Emirdağ’da mecburi ikamete, irşadın önüne geçilemeyince de hapis, zehirlemeler ve imha planları hep bu devlet reflekslerinin en vahşi ve en gaddar tezahürleridir.

AVRUPA’DA LÂİKLİK

Hıristiyanlıkta ise tam tersi bir durum sözkonusu. Din devlete doğrudan müdahele ettiğinden bir sürü acı tecrübelerden sonra din ve devlet isleri birbirinden ayrılmak mecburiyetinde bırakıldı. İslâmiyetteki gibi hak ve hakikatı söylemek yerine mezhepsel anlayıştan dolayı halka zulmediliyordu.

Dolaysıyla laiklik, ilk olarak Avrupa’da Hıristiyan din adamlarının uygulamalarına ve devlet işlerine karışmalarına tepki olarak ortaya çıkmıştır.

Şimdilerde olduğu gibi denilir ve denilmiş ki: “Bu taassub-u dinî bizi geri bıraktı. Bu asırda yaşamak, taassubu bırakmakla olur. Avrupa, taassubu bıraktıktan sonra terakki etti?” Hz. Bediüzzaman ise;

“Yanlışsınız ve aldanmışsınız veya aldatıyorsunuz. Çünki Avrupa, dininde mutaassıbdır” diyerek Hıristiyanların bu değişimini mercek altına alır ve der ki:

“Din-i Hıristiyanî, bahusus Katolik Mezhebi; bir vasıta-i tahakküm ve istibdad olmuştu. Havas, o vasıta ile nüfuzlarını avam üzerinde idame ediyorlardı. Ve “serseri” tabir ettikleri avam tabakasında intibaha gelen hamiyetperverlerini ve havas zalimlerin istibdadına karşı hücum eden hürriyetperverlerin mütefekkir kısımlarını ezmeye vasıta olduğundan ve dörtyüz seneye yakın Firengistanda ihtilaller ile istirahat-ı beşeriyeyi bozmağa ve hayat-ı içtimaiyeyi zîr ü zeber etmeye bir sebeb telakki edildiğinden; o mezhebe, dinsizlik namına değil, belki Hıristiyanlığın diğer bir mezhebi namına hücum edildi. Ve tabaka-i avamda ve feylesoflarda bir küsmek, bir adavet hasıl olmuştu ki; malûm hâdise-i tarihiye vukua gelmiştir.”

Dolaysıyla bizdeki lâiklik dinsizliğe âlet edildiğinden; Hıristiyanlıkla İslâmiyeti kıyaslamak, kıyas değildir.

Bu zamanda ise…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*