Dindar cumhuriyetçi

alt

Cumhuriyet ismi “illüzyon” gibi… Çünkü, hangi ülke “cumhuriyet” ismini kullandıysa, o ülkenin rejimine baktığınızda, gerçek mânâda “cumhuriyet” ile yönetilmediğini göreceksiniz.

Yani o ülkenin rejimini savunanlar “ayranım ekşi” demiyor. Ama biz “cumhuriyet”le yönetiliyoruz diyen rejimlerin tümü yalan söylüyordur.

Türkiye’de tek parti rejimi gazetesinin bile ismi; Cumhuriyet’ti. Ama cumhuriyetten anladıkları “tek adam” yönetimi idi… Yani halkın kendi kendini yönetme biçimini esas alan bir yönetim biçimini asla kabul etmiyor… Belki, bu yüzden bile hâlâ, yayınları başlı başına totaliter rejimin kalıntılarını taşıyor.

Cumhuriyet döneminde Üstad Bediüzzaman Said Nursî’nin en çok şikayet ettiği husus, keyfîliğe, hukuksuzluğa, katı bir yönetim biçimine “cumhuriyet” adı verilmesiydi.

Tek partili dönemin “cumhur”suz Cumhuriyet anlayışı, başta din ve vicdanları yaralıyordu. O dönemin yönetimi birçok hürriyeti ayaklar altına almıştı.

Bilirsiniz; Eskişehir Mahkemesi’nde, kendisinden cumhuriyetle ilgili fikri sorulduğunda, heyete hitaben; “Yaşlı mahkeme reisinden başka, daha siz dünyaya gelmeden benim dindar bir cumhuriyetçi olduğumu elinizdeki tarihçe-i hayatım ispat eder. Hülasası şudur ki; o zaman şimdiki gibi, hali bir türbe kubbesinde inzivada idim. Bana çorba geliyordu. Ben de taneleri karıncalara veriyordum. Ekmeğimi onun suyu ile yerdim. Benden sordular, ben dedim; bu karınca ve arı milletleri cumhuriyetçidirler.” (Şualar)

Hülasasın hülasası da şuydu:

“Hulefa-i Raşidin hem halife, hem reis-i cumhur idiler. Sıdık-ı Ekber (r.a.) Aşare-i Mübeşşereye ve Sahabe-i kirama elbette reis-i cumhur hükmünde idi. Fakat manasız isim ve resim değil, belki hakiki adaleti ve hürriyet-i şer’iyeyi taşıyan mânâ-yı dindar cumhuriyetin reisleri idiler.” (a.g.e., s.304)

Cumhuriyet devrinde, cumhuriyetin ruhuna zıt sergilenen tutum ve davranışları Bediüzzaman Said Nursî defaatle gerek mahkeme müdafalarında ve gerekse mektuplarında şiddetle kınamıştır.

Cumhuriyet, ilanından sonra tam mânâsıyla tesis edilemedi. Bediüzzaman’ın uyarıları dikkate alınmadı ve tam tersine ona Medrese-i Yusufiyenin kapılarını açtılar hep.

Geçmişte, muhafazakârlığı ile öne çıkan bir yazarın;

“Cumhuriyetin seküler hamleleri, ne yapıp edip modern uygarlığa eklemleme arzusu, inkâra hiç gerek yok, bu gün Türkiye’de iyi giden bazı şeylerin doğrudan sebebi”dir sözlerini hatırladım.

Sözlerinin devamında da o döneme atfen dindarlara yapılan baskıyı şu cümleyle özetlemişti:

“Cumhuriyet bu toprakların uygarlaşması konusunda Paris Belediye Başkanı Haussman gibi davrandı. Ezdi ve yaptı. Canımız acısa da galiba fena olmadı.” (Dücane Cündioğlu)

Ne “mazojişt” bir yaklaşım! Bu “mazoşist” yaklaşımı Hürriyet Gazetesi’nin popüler yazarı: “…Her muhafazakârın ‘cumhuriyet düşmanı’ olmadığını, her liberalin ille de geçmişine karşı insafsız olmadığını fark edeceğiz” diyerek alkışlamıştı. (Ertuğrul Özkök, a.g.g.)

Sıkıntılı cumhuriyet rejiminin bize kazandırdığı iki insan portresi: Biri, dindarlara yapılan baskının “uygarlık” kazandırdığı iddiasında… Diğeri de, “Hah işte, bizim çizgimize geldin” iddiasında bulunan bir liberal kalem.

Ama merak etmeyin; bir de hakiki cumhuriyeti tesis edecek gençler var ki, onlar hürriyet-i şer’iyeyi omuzlarında hisseden dindar cumhuriyetçilerin tâ kendileridir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*