“Dindar” Kemalizm

AKP’nin M. Kemal, Atatürkçülük ve Kemalizmle ilgili duruş ve yaklaşımına yönelik eleştirilerimizi yeri geldikçe dile getiriyoruz. Cemaatler, Müflis Proje: Kemalizm, Said Nursî ve M. Kemal kitaplarımızda da bu konuya dair epeyce geniş açıklamalar mevcut.

Bizim bu eleştirilerdeki hareket noktamız, iktidar partisinin 1950 öncesindeki uygulamalara yüklenirken M. Kemal’i ayrı tutup ibra ettirmesi, dahası bununla kalmayıp her fırsatta onu referans göstermesi ve “Atatürkçülük” yapması.

M. Kemal’in, özellikle iktidara tümüyle hakim olduktan sonra dinle ilgili konularda açığa vurduğu gerçek fikirleri ve bu istikametteki uygulamaları ortada iken, dindarlık ve demokratlık iddiasındaki siyasetçilerin onu referans göstermeye devam etmeleri, ciddî bir çelişki ve paradoks.

Ve Erdoğan’ın 23 Nisan 2008’de Mecliste yaptığı konuşma bu paradoksun en çarpıcı örneği:
“Söz ve icraatları ortaya koymaktadır ki, Atatürk, devrimleri millete emanet etmeden yaşatmanın mümkün olmadığına inanmış; yeni düzeni millete dayatmayı değil, benimsetmeyi amaçlamıştır… Atatürk ilke ve inkılâplarının koruyucusu, onları hayata geçiren TBMM’dir, bir bütün olarak Türk milletidir.” (aa, 23.4.08)

Müflis Proje kitabında sorduğumuz gibi, devrimlerin hangisi halka benimsetilerek yapıldı?
Millî Mücadeleyi yöneten ve Kurtuluş Savaşını zaferle neticelendiren Birinci Meclisin zaferden sonra dağıtılıp M. Kemal’e muhalif olmakla suçlanan çoğunluğun tasfiye edilmesi ve bilâhare mutlak iktidarın cumhuriyet adı altında bir tek parti-tek şef diktasına teslim edilmesi mi?
Bir taraftan “Hakimiyet bilâkaydü şart milletindir” denirken, diğer taraftan bu sözle bağdaştırılması imkânsız dayatmalara girişilmesi mi?
Takrir-i Sükûn Kanunu ve istiklâl mahkemeleriyle herkesin sindirilip, en ufak bir muhalefet hareketine hayat hakkı ve şansı verilmemesi mi?

Milleti bir gecede cahil durumuna düşüren, Kur’ân başta olmak üzere İslâm harfleriyle yazılmış bütün eserleri “yakılacak yasaklı kitaplar” takibatının hedefi yapan, çocuğuna Kur’ân öğretmeyi dahi yasaklayıcı baskı ve takiplerin temel dayanağı olarak uygulanan harf inkılâbı mı?

Medreselerin kapatılıp okullardaki din derslerinin tamamen kaldırılması ve çocukların dinlerinden habersiz yetiştirilmeye başlanması mı?
Erdoğan’ın son günlerde gündeme getirdiği camilerin ot deposu ve ahır olarak kullanılması mı?

Yıllarca tek bir dinî eser neşrine dahi izin verilmemesi mi; Bediüzzaman Said Nursî ve Nur talebeleri başta olmak üzere dinî hizmet için ortaya çıkma “cür’et”inde bulunanların amansız takip ve tazyiklere maruz bırakılmaları mı?

Şapka devrimine muhalefet ettikleri suçlamasıyla, aralarında din âlimlerinin ve hattâ kadınların da bulunduğu birçok insanın darağacına çekilmesi mi? Erdoğan’ın köyünün de bulunduğu bölgede koca bir sahil kasabasının Hamidiye zırhlısı tarafından top ateşine tutulması mı?
Ezanın yüzlerce yıldır okunagelen aslî ve orijinal halinden uzaklaştırılıp Türkçeleştirilerek minarelerden okutulması ve beş asırdır cami olarak hizmet veren fetih sembolü Ayasofya’nın mabed olmaktan çıkarılıp müze yapılması mı?

Kanun zoruyla olmasa da, cumhuriyet baloları, danslı eğlenceler, karma eğitim, 19 Mayıs merasimleri ve güdümlü medyanın propagandalarıyla tesettürün kaldırılmaya çalışılması mı?

Daha da çoğaltılabilecek bu örnekler ortada iken, üstelik “dindar” kimliğiyle ilke ve inkılâplara sahip çıkan bir tavrın, bugün “dindar nesil yetiştirme,” içki yasağı, sanatçılara baskı… gibi başlıklardan yola çıkılarak “dindar Kemalizm” eleştirilerine hedef olması son derece manidar.

Kemalizmin dini tahrip ve dindarlara baskı için başvurduğu yöntemleri, toplumu tepeden inme usullerle ve zorla “dindarlaştırmak,” buna karşı çıkanları da baskı ve tahakkümle sindirmek için kullanmakla eleştiriliyor iktidar partisi.

Kemalizm, ömrünü uzatanları da yıpratıyor.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*