Dindar nasil yetiştireceğuz?

Geçen Perşembe yazımızda hukuk ve demokrasi ilişkisi hakkında sonuç olarak “… hakimleri dindarlardan seçmek yetmez. Kamuoyunu oluşturan tüm fertler dindarlaşmalı.

O halde, hakiki adalete bu dünyada dahi ulaşmak için, kanal kanal dâvâ izlemekten vazgeçip var gücümüzle iman hizmeti yapmaya devam etmek gerekir. Sosyoloji bunu der” demiştik.

Tevafuk olmuş, -belki de yazımızdan etkilenmiştir- Başbakan da aynı gün “dindar nesil yetiştireceğiz” demiş.

İki gün sonra TRT radyo haberlerini dinliyorum. Sunucu okuyor: Başbakan’ın “dindar nasıl yetiştireceğiz” sözü ile ilgili tartışma bu gün de sürdü…

Görünüşte yanlışlık açık. “Dindar nesil”i, “dindar nasıl” okuyor.
Ama bu yanlışlık asıl tartışmaya ışık tutuyor: “Dindar nesili nasıl yetiştireceğiz?”
İşte yazımın başlığı bu soruyu Karadenizlinin ağzından kısaltıyor.
Evet, bizler de başbakan ve arkadaşları gibi, dindar bir nesil istiyoruz.

Ama biz de, bu dindar neslin, başbakan ve arkadaşlarının eskiden veya şimdi istediği gibi bir yöntemle mi yetişmesini istiyoruz?

Mesela Başbakan’ı ve arkadaşlarını yetiştiren -1970’li yıllarda basılan ve çoğu tercüme olan- ihtilalci İslamcılık kitapları okuyarak yetişen bir dindar nesil mi istiyoruz?

Mesela devletin bir tür ideoloji haline getirip endoktrine ettiği ve dayattığı bir dindarlığı ve bunun için yapılan resmî ve zoraki bir din eğitimini gönülden istiyor muyuz? Hiç yoktan iyidir deyip kerhen mi istiyoruz? Yoksa bu işin daha iyi başka yolu olmalı deyip bu yöntemi red mi ediyoruz?
Önce bir tasnif. Din eğitimi iki türlüdür: Birincisi dinler ve ahlâk sistemleri hakkında bilgi veren ve kültürel gelişme sağlayan eğitim. İkincisi de kişiyi dindarlaştırma amacı taşıyan eğitim. Burada bahsini ettiğimiz, bu ikinci eğitimdir.

Bediüzzaman nur ile topuzu yani ihlâssızlık ve münafıklık riski içermeyen salt nasihat ile hiyerarşi içinde ıslah çabasını iki ayrı hizmet tarzı olarak ifade ediyor. Ve yüz elim de olsa nura kafi gelir, topuz tutmaya vaktim yok diyor. Herhalde, hizmet ve siyaset itibariyle kendisine dost olanların da böyle yapmasını istiyordur.

O halde “dindar nesil yetiştirme” amacına ulaşabilmek için nur mu topuz mu tercih edilmeli?
Kanaatimce nur ve nasihat kuvveti istenmeli. Yani din eğitimi samimiyet ve gönüllülük esası üzerine kurulmalı.

Gönüllük iki yönlü olmalı: Bir yandan aileleri istemiyorsa çocuklara din eğitimi verilmemeli. Bir yandan da eğitimci ihlâslı değilse eğitimin fayda değil zarar vereceği unutulmamalı.

Bilhassa iman eğitimi, sure ezberletmeye ya da ilmihal bilgisi aktarmaya benzemez, ancak ihlâsla olursa faydalı olur.

Zaten asıl ihtiyaç iman dersidir. 12 Eylül öncesindeki “gomonis”lerin çoğu ilmihali de biliyordu elemtereden aşağıyı da. Ama iki üflemeye ateist oldular.  Mesela neden namaz kılınacağını bilmeyenin namazın nasıl kılınacağını bilmesi, asrî şüpheler karşısında mânâ ifade eder mi?

Nitekim Bediüzzaman da 21. İhlâs Lem’âsında (s. 166) Birinci Said döneminde Van ve İstanbul’daki hizmeti ile İkinci Said döneminde Barla’daki hizmetini karşılaştırırken aynen şunları söylüyor:

“Yirmi seneden fazla kendi memleketimde ve İstanbul’da ettiğimiz hizmet-i ilmiye ve diniyeye mukabil, burada (Barla’da), yedi sekiz senede yüz derece fazla edildi. Halbuki, kendi memleketimde ve İstanbul’da, burada benimle çalışan kardeşlerimden yüz, belki bin derece fazla yardımcılarım varken, burada ben yalnız, kimsesiz, garip, yarım ümmî; insafsız memurların tarassudat ve tazyikatları altında, yedi sekiz sene sizinle ettiğim hizmet, yüz derece eski hizmetten fazla muvaffakiyeti gösteren mânevî kuvvet, sizlerdeki ihlâstan geldiğine katiyen şüphem kalmadı.”

Hakiki din eğitimini de kapsayan bir iman hizmeti için ihlâsın kıymeti böylece anlaşılıyor.

Devletten istifade edilmeyecek mi? Elbette edilmeli. Ama orada da demokrasinin nimetleri öne çıkmalı.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*