Dinî akidelerdeki azîm inkılâblar

Image
Bu asrın materyalist felsefesinin ve maddeyi ve enaniyeti ön plânaçıkaran ilmin, insan ruhunda yaptığı tahribâtı iyice tanımlamadan vebilmeden sağlam ve istikametli bir hayat ve hele de “İslâmî bir hayat”yaşamak eksik olur, kusurlu olur. İstikametsiz ve noksan kalır.

Yolunu şaşırmış felsefenin mantalitesiyle yapılan her iş, icrâ edilen her plân ve program kısa zaman içerisinde geçici bir mutluluk, kolaylık ve refah getirir gibi görünse de neticede insanlığı hep dara ve zora sokan çok acı neticeler vermiştir ve maalesef vermeye devam ediyor.
Çalışma ve gayretlerin hebâen, boşu boşuna gitmemesi için işin aslına uygun olarak yapılması gerekmektedir. Doğru olanı budur.

İnsanlığa lâzım olan ve doğru olan her şeyin takdimi ve tatbiki hep semavî ve İlâhî olmuştur. Tatbikat ve rehberlikleri de başta insanlığın muallim ve rehberleri olan bütün peygamberler ve nebiler tarafından icra edilmiştir. Daha sonra ise her asrın şart ve gerekçelerine göre peygamberlerin varisleri olan âlimler ve müçtehidler tarafından takip ve icra edilmiştir. Asıl olan, sağlam olan, geçerli olan budur. Bu çizgiden sapıldığı zaman had aşılmış ve felâketler sel gibi beşeriyetin üstüne gelmiş ve büyük felâketler yaşanmıştır.

İnsanlığı büyük zarar ve felâkete götüren bu gibi ârizî hallerin bertaraf edilip asgariye indirilmesi yine bu yola tevessül edilip takip edilmesiyle olur. Bu konuları da bu zamanda; gönül, akıl ve ruh dünyalarında en derin ve hakikî mânâda yaşamış ve en kısa, en etkili, en güzel bir şekilde reçete hâlinde insanlığın önüne koymuş olan bir Üstad Bediüzzaman vardır. Kendi iç dünyasındaki o büyük inkılâplara ve nasıl tahlil ediyor olmasına bir kulak verelim:

“O vakit, her şeyden evvel, eskiden beri tahsil ettiğim ilme müracaat edip, bir teselli, bir rica aramaya başladım. Maatteessüf, o vakte kadar ulûm-u felsefeyi ulûm-u İslâmiye (ilmi ve İslâmî felsefe) ile beraber havsalama doldurup, o ulûm-u felsefeyi, pek yanlış olarak, maden-i tekemmül (mükemmelleşme kaynağı) ve medar-ı tenevvür (nurlanma sebebi) zannetmiştim. Halbuki, o felsefî meseleler ruhumu çok fazla kirletmiş ve terakkiyât-ı mâneviyemde (manevî gelişmemde) engel olmuştu. Birden, Cenâb-ı Hakk’ın rahmet ve keremiyle, Kur’ân-ı Hakîm’deki hikmet-i kudsiye imdada yetişti. Çok risâlelerde beyan edildiği gibi, o felsefî meselelerin kirlerini yıkadı, temizlettirdi. Ezcümle, fünun-u hikmetten gelen zulümat-ı ruhiye, ruhumu kâinata boğduruyordu. Hangi cihete baktım, nur aradım; o meselelerde nur bulamadım, teneffüs edemedim. Tâ, Kur’ân-ı Hakîm’den gelen Lâ ilâhe illâ Hû cümlesiyle ders verilen tevhid (Allah’ın tekliği, birliği) gayet parlak bir nur olarak, bütün o zulümatı dağıttı; rahatla nefes aldım. Fakat nefis ve şeytan, ehl-i dalâlet ve ehl-i felsefeden aldıkları derse istinad ederek akıl ve kalbe hücum ettiler. Bu hücumdaki münâzarât-ı nefsiye (nefis hesaplaşması) lillâhilhamd, kalbin muzafferiyetiyle neticelendi.” (Lem’alar, 26. Lem’a, 11. Rica, s. 297, yeni tanzim s. 531)

Üstadın sadık talebelerinden, Uluborlu’da medfun, Dr. Yusuf Kemal (1900-1960) ise bir tabib olarak asıl büyük hastalık olan manevî hastalığının çare ve tedavisini bakın nasıl dile getiriyor: “Hocam, emaneten bendenizde bulunan iki kitabı emrediyorsunuz. Bendeniz de yalvarıyorum ki, gelecek hafta takdim edeceğim. Çünkü küçüğünü iki defa, büyüğünü bir defa okuyabildim. İhâtamın (kavramamın) darlığı veya aczim dolayısıyla idrâkim de kıttır. Binaenaleyh, sizin o muhteşem temsillerinizi defalarca daha okumak istiyorum ki, cüz’î-küllî (küçük-büyük) bir alâka hâsıl olsun. Yâ Rab, o ne büyük mantık, o ne büyük müskit (susturan) beyan ve tarz-ı telâkki (anlama, algılama ve yorumlama tarzı)! Ah, Üstadım, bu mübarek dinin mübecceliyetini (büyüklüğünü) idrak ve ihata ve takdirde size ve ancak size medyûn-u şükranım ve minnettarım. Lisebebin minel esbab (Sebeblerden bir sebeb olduğu için.). Dinî akidelerimin azîm (büyük) bir inkılâbı var. Nur Risâlelerinden aldığım dinî ve insanî ve vicdanî ve iktisadî ve ilmî dersler bana hayatta muvaffakıyet verecektir.

“Tam mânâlarıyla mefhumlarını kavramak iktidarında olmadığım o yüksek eserlerinizi fırsat buldukça okuyorum. İrşâd-ı âliyeleri unutulmaz ve şâheser hâtıradır. Mezarıma kadar dinî akidelerinizin esîri ve kurbanıyım. Üstadım, sizin Sözler’iniz benim dinî muhayyelemi cidden değiştirdi. Ve daha sevimli bir mecrâya sevk etti. Şimdi bendeniz, doktorların düşündüğü gibi düşünmüyorum.” (Barla Lâhikası, s. 48; yeni tanzim, s. 105-106)

Diğer bir hakikatli misâl de, “İkinci bir Abdurrahman olan Hulusî Bey”den: “Tâ küçük yaştan beri lûtf-u Hakla Kur’ân’ın hakikatini merak etmiş ve taharrî-i hakikat yolunda bulunmuş, nihayet aradığımı Eğirdir’de Üstad-ı Muhteremimin neşre vasıta olduğu Sözler ünvanlı nurlarla bulmuşumdur. Bu buluş, beni evvelemirde çirkâbdan (kötü hallerden) selâmete, felâketten saâdete, zulmetten nura çıkardığı için, Nurlara ve Hazret-i Kur’ân’a ve bu nurların izn-i Hakla nâşiri, mübelliği (tebliğcisi), vâizi, dellâlı olan Üstadıma o andan itibaren ruhumda lâyetezelzel (sarsılmayan) bir muhabbet ve bir alâka ve bir merbutiyet (bağlılık) hâsıl olmuştur. Yüz bin kere hamd ve şükürler olsun. Nurlarla alâkadar olduğum zamanlarda, dünyevî bütün lezzetlerin fevkinde büyük bir zevk ve havâssımda azîm bir şevk hissediyorum.

“Ubudiyetin iktiza ettiği ve bu Nurlardan aldığım derslerin delâlet ettiği vecihle bütün kusurları, tekmil fenalıkları nefsimden ve iyilikleri, iyi şeyleri Allah’tan biliyorum. Nurlara ve Kur’ân’a hizmeti hasbî olarak arzu ediyorum ve neşrine muvaffak olamadığım için mü’minler hesabına çok müteessir oluyorum. Bu halime de şükürler olsun.

“Bunu tarif etmeye cidden hicap duyarım. Hemen Cenâb-ı Allah’tan dilerim, beni ve bütün kardeşlerimizi nefis ve cin ve ins ve şeytanların mekirlerinden (şerlerinden) muhafaza eylesin ve dalâlete sapanlardan eylemesin. Âmîn. (…)

“Nurlarla meşgul olmak saâdetine mazhar olduğum dakikalarında, hilâf-ı memul (beklenmedik şekilde) bazı sözler kendiliğinden kalbime ve kalemime gelmektedir ki, bu marifet benim değil, elbet, muhakkak ve mutlak Hazret-i Kur’ân’dan lemeân eden (çıkan) Nurlara aittir. Öyleyse, asıl üstad Kur’ân’dır. Biz muhtaçlar fırsatı ganimet bilmeli, cevherleri almalı, kalbimize, dimağımıza nakşetmek, dâreynde (iki cihanda) medar-ı saâdetimiz (saadet kaynağımız) olacak olan bu Nurları alâ kadri’t-tâka (kudretimiz yettiği kadar) neşre çalışarak muhafazasını kuvvetleştirmeliyiz.” (Barla Lâhikası, yeni tanzim, s. 107-109)

İç dünya ve ruhtaki gerçek dînî, îmanî inkılâp ve değişmelerin özüne inmedikçe felsefenin, materyalizmin esiri ve âleti olmaktan kurtulamayız. Cenâb-ı Hak basiret ve idrakimizi genişletip, manevî ve dînî inkılâplarımızı geliştirsin İnşallah. (Âmin)

NOT: Başta Hicrî yılınızı, geçmiş Muharrem ayı ve gününüzü tebrik eder, Yeni yılda nice güzel hizmetlere vesile olmanızı ve sağlıklı, imanlı, hizmet dolu bir hayat geçirmenizi Rabb-i Rahim’den niyaz ederim.

Image

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*