Diplomasız anneler

Yemek yapan kimseye; “aşçı”,

Temizlik yapana; “temizlikçi”,

Çocuk mürebbiyesine (terbiyecisi); “çocuk bakıcısı”,

Bulaşık yıkayana; “bulaşıkçı”,

Çamaşır yıkayana; “çamaşırcı”,

Ütü yapana “ütücü”  denir ve bunların hepsi de, insanın geçim kaynağını, maişetini sağlayan birer meslektir değil mi? Ve de bunların bazıları için bir tahsil, bir tedrisat lâzımdır. Tahsil îcab edenlerin de neticede bir diploması olmaktadır.

Peki, işyerimize bu vasıfların hepsine hâiz eleman alacak olsak, hem de iyi bir ücret de teklif etsek, böyle bir ilân versek, bu vasıflarda kaç kişi buluruz, kaç eleman çıkar böyle?

Okulumuzu bitirip, gazetelerin, “eleman arayanlar” sayfasında,” makine mühendisi” ilânlarına bakıyoruz. Birçoğunda ilânlar şöyle: “Makine mühendisi aranıyor. İstenen şartlar: 1- Makine mühendisi olmak. 2- Ehliyeti olmak. 3- Daktilo bilmek. 4- İngilizce bilmek.” Bu ilânları okuyunca, arkadaşlara lâtife yollu, şöyle diyordum; “Adam, bir taşla dört kuş vuracak. Hem makine mühendisi, hem şoför, hem daktilo memuru, hem de İngilizce mütercimin işini bir kişiye yaptıracak. Oh, ne âlâ memleket!” Sonra da hep beraber gülüşüyorduk.

İşte, o gençlik zamanımızda güldüğümüz bu hadise aklıma geldi. Şimdi, yukarıda saydığımız vasıflara hâiz bir eleman da işte böyle zor bulunur.

Ama öyle bir eleman var. Hem de, bütün o işleri ve fazlasını da yapacak bir eleman…

Kim mi?

Hanımlarımız… anneler… Şefkat kahramanı, fedakâr kadınlarımız…

Saçını süpürge, kendisini; hem evlâdlarına, hem kocasına fedâ edercesine bir azim ve gayret sahibi kahramanlar. Hem de biliyor musunuz, bütün bu işleri ve fazlasını yapan, o kahraman, fedâi kadınlarımız; ne aşçılık okulunu, ne de çocuk gelişimi bölümünü bitirmiştir. (istisna diplomalılar hariç) onlar, diplomasız annelerdir!

50’li senelerin sonu, 60’lı senelerin ilk yarısında rahmetli annemin fedakârlığını hiç unutmam. Dördünün arasında, ikişer yaş olan beş çocuk annesi validem, tam bir Osmanlı, Anadolu kadınıydı. O zamanlar, daha çamaşır makineleri bile evlere yeni yeni giriyordu. Bulaşık makinesinin ise, ismi bile bilinmiyordu. (Zannedersem çamaşır makinesi, bizim eve 1962’de alınmıştı.) İşte, o çamaşır makinesi-ki şimdiki gibi otomatik, kurutmalı değil- daha bizim eve alınmamışken, anacığımın sobada veya gazocağında su kaynatıp, leğende çamaşır yıkayışını hiç unutmam. Yemek, bulaşık, ütü, çocuk bakımı, Ankara’da bile daha kaloriferli evlerin pek az olduğu o zamanlarda, sobayı yakıp, kömür, odun taşıyıp, bir de külünü boşaltan, hassas ve titiz kocasının rahatı için kendisini harcayan bir anne…

Tabiî, bizim rahmetli annemiz gibi, nice anneler, kadınlar ve hanımlarımız…

Hanımlarımızla, hanım kardeşlerimizle alâkalı, bundan evvel yazdığımız birkaç makaleye yorum yazan arkadaşlarımızdan bir-ikisi, “hep kadınları övüp, yükseltiyorsunuz, hâlbuki ne cadaloz kadınlar da var” mânâsında serzenişte bulunmuşlardı. Evet, vardır elbet. Ama onlar, o gibiler, bizim bahsimiz haricidir. Onlar, bu satırlara giremez. Bu satırlara ancak; Nezih, nâzik, nâif, hanımefendi ve hakikî mânâdaki hanım kardeşlerimiz girer. Biz onlardan bahsederiz, onları nazara veririz.

Evet, tekrar ediyoruz. Bu diplomasız, ama ne bileyim, kaç diplomalının yapamayacağı işleri yapan hanımlarımız, hanım kardeşlerimiz, analarımız, bacılarımız, bizim baş tacımızdır. Allah, onlardan razı olsun.

Son zamanlarda, kadınlara karşı yapılan alçakça tedhiş hareketlerine şahid oluyor ve yürekten üzülüyoruz. Hangi alçak eldir ki o, daha dün ele geçirmek için önünde bin bir türlü takla atan sahtekâr, sahte yüzlü kocalar, kendisine yatak-yorgan, çocuklarına bir melek olan o kadınını;  üzüyor, dövüyor ve de alçakça, hâince öldürüyor. Bu kelimeleri yazarken bile, elim titriyor, dilim dolanıyor, kalemim yazmıyor. Bu nasıl bir vahşiliktir böyle? Kadına el mi kalkarmış yahu? Evleneli kırk sene olmuş şükür. Acaba, hanımıma bırakın vurmayı, el kaldırmış mıyım acaba? Biz kimiz ki, bırakın bizi. Sorun, soruşturun bakalım, Peygamber Efendimiz (asm) acaba hanımlarına hiç el kaldırmış mıdır?

Ve o iki cihan serveri, Peygamberimiz (asm), bizlere,  hitaben; kadınların Allah’ın birer emaneti olduğunu söyleyip, “Sizin en hayırlınız, kadınlarınıza en iyi muamele edeninizdir” buyuruyor. Gücü sizden az diye, o emanete her türlü hıyaneti yapmak, ne Müslümanlığa, ne insanlığa, ne de erkekliğe sığmaz. Erkek olan, kahraman olan insan, hakikî kahramanlığın, öfkesi geldiği zaman, kendisine hâkim olan kimse olduğunu, yine Peygamber Efendimiz’den (asm) öğrenmesi lâzımdır.

Kadına kalkan-ki haklı yere de olmaz, dövme hakkı yoktur- eller, bu dünyada olmazsa, öbür dünyada, kırılmaya mahkûmdur. Hele, öldürmek gibi bir katmerli cinayeti irtikâb edenler, varsın akıbetlerinin nasıl kötü olacağını düşünsünler.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*