Diyanetin eğitim hutbeleri ve eğitim sistemimiz

Özünde bir devlet kuruluşu olup, dinî muhtevalı süreçte faaliyetlerini sürdüren Diyanet İşleri Başkanlığı Cuma vaaz ve hutbelerinde zaman zaman eğitimden, eğitimin öneminden, öğretmenlik mesleğinin ehemmiyetinden bahseden konuları işlemektedir. Öğretmenler Günü evvelindeki haftanın Cuma hutbesinde yine mezkûr konu işlendi.

Öğretmenlik mesleğinin önemi, okuma yazmanın ehemmiyeti, eğitimin manası dinî motiflerle süslenerek cami cemaatine vaaz edildi.

Diyanetin bu faaliyetini -sistem endeksli dışında- tasvip ettiğimizi ancak mevcut eğitim sisteminin muhtevası, sistem bazında kazandırdığı değerler ne derecede sağlıklıdır; asıl üzerinde durulması gereken hususların başında yer almaktadır.

Mevcut müfredatın insanımıza kazandırdıkları tartışmaya açık bir konu değil midir?

Şahıs ve şahısları öne çıkaran mana unsurundan ziyade şahıslara endeksli bir yapıdaki sistemle, âyet ve hadislerin varlığı ne derece bu mevcut yapıyla özdeşleşmektedir? Bu hususu iyice düşünmek lâzımdır.

1943 yılında sürgün edilerek Kastamonu şehrine mecburî ikamete tabi tutulan Bediüzzaman Hazretleri, kendisini ziyaret eden lise mektebi talebelerinin sordukları “muallimler Allahtan bahsetmiyor bize Hâlıkımızı tanıttır” sualine mukabil çözüm yolu olarak, mealen, “o zaman siz muallimleri değil kendi okuduğunuz fenleri dinleyiniz. Her fen kendi diliyle Allah’ı anlatıyor” diyerek, eğitimin gerçek yol haritasının “din ilimleriyle fen ilimlerinin mezcinden geçtiğini söylemesi dikkat çekicidir.

Peki, mevcut eğitim sisteminin bu anlayışa uyumluluğunun derecesi nedir? “Keşke” diyerek, yüz yıla yakın bir süreçte, etik olmayan kaide ve kurallarla mücehhez şu eğitim sistemimiz dizayna tabi tutulurken Bediüzzaman’ın izhar ettiği şu değerlendirmeler göz önüne alınarak müfredat dediğimiz hususların muhtevasına konulmuş olsaydı…

Nerede o bakış, nerede o duruş, heyhat!

Yine Bediüzzaman’ın ifadesiyle mahiyet olarak eğitimin gerçek yüzü, “Aklın nuru medeniyet fenleri, vicdanın ziyası din ilimleridir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecelli eder” söylemindeki realiteden hareket esas alınırsa mesele zaten kendiliğinden düzelecektir.

Mevcut eğitim sistemi bu anlayışı kabullenir mi?

Uzun ömrü içinde hayatının büyük bir bölümünü doğru eğitimle insanların doğru istikamette yetişmesi yönündeki faaliyetleri Bediüzzaman’ın hayatının bir parçası olmuştur.

Doğu’ya kurmak istediği hatta temelini bile attığı “Medresetüzzehra” namı verdiği eğitim faaliyeti bu husustaki gayretlerinin müşahhas bir misalidir.

Öğretmenlere yönelik tesbit ve değerlendirmeleri de oldukça manidardır.

Talebelerine hitaben bir ifadesi aynen şöyledir:

“Ben bu zamanda dindar bir muallime eski zamanın velileri nazarıyla bakıyorum. Bir muallim çocuğa ne verirse, ne anlatırsa çocuk onu mıknatıs gibi çeker. Menfi ise menfi, müsbet ise müsbet alır. Ben bu zamanda mümkün olsa her muallime on altın verir ‘kardeşim benim çocuğumu iyi yetiştir. Allah’ını peygamberini tanıttır’ diyeceğim. (Bayram Yüksel, Son Şahitler, c. 3 s. 332)

Şu mükemmel anlayışa bakınız. Mevcut eğitim sistemini bu kriter muvacehesinde tahlile tabi tutarsak neler söylenebilir?

Diyanet, eğitim ve öğretmenlik konularını kürsülerden işlerken mevcut sistemin olumsuz yapısındaki hususiyetleri izale yönünde değerlendirmelerle öne çıkmış olsa, dinî argümanlarla eğitim ve öğretimde çok daha etkili olur diye düşünüyoruz.

Mevcut sistem içindeki antidemokratik jakoben dayatma, ortak akıldan yoksun tek tip insan yetiştirme, şahıs ve şahısları öne çıkarma anlayışının hâkim olduğu hususiyetleri aşma yönünde gayretlerini arttırırsa, din ilimleriyle fen ilimlerinin mezcindeki ortak anlayışın yerleşmesine sebebiyet verir.

Mevcut eğitim sistemi kendine çeki düzen vermelidir.

Diyanet ise bu bağlamda eğitimde doğru olanı yapmalıdır; hakikatin tecellisi adına…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*