Diyarbakır Paneli

Son dört yıldan beri “dinî sahada” yapılan tartışmaların bir meseleyi halledip-etmediğini düşünüyorum. Zihnime müşahhas bir nokta gelmiyor. Dinî hassasiyetleri törpülemek, ehl-i ilme yakışmayacak şekilde orijinallikler sergilemek, ehl-i bidanın işini kolaylaştıracak yollar aramak ve kamuoyu önünde hocaların hocaları kırmasından öte, hakikaten birşey hatırlayamıyoruz.

Bu geçen zaman zarfında bilhassa ekranlarda tartışan hocaların ilminden—ekseriyetle—kim şüphe edebilir? Neticenin çıkmaması ve hatta tartışmanın Müslümanlara zarar getirmesinin arkasında yatan sâikler üzerinde durmak istiyorum.

Yakın tarihimizden miras olarak bize gelenler evvelâ işimizi zorlaştırıyor. Bir asrı aşkın harp boğuşmalarının zayıflattığı medrese ve mekteplerin cumhuriyetle birlikte “lâdinî” bir çizgiye metazori ile çekilmesi ve bu halin de 1950’lere kadar devam etmesi, “dinî meselelerde sağlıklı tartışma” zeminini zorlamıştır. Devlet ideolojisinin topluma tahakkümü ile birlikte, zihinler, hayaller ve istidatlar da istibdada mahkûm olmuş. İlmin izzeti, insaniyetin fazileti ve Allah korkusunun yerine, idarecilerin keyfî arzuları ikame olunca, ilim sulandırılmış ve âlimler de oyuncak durumuna düşmüşler. Milletin kahir ekseriyetinin isteğiyle işbaşına gelen bir hükümetin, eski istibdat taraftarı âlimlerin tahrik ve fetvalarıyla alaşağı edilmiş olması yalnızca bizde vakidir.

Çok partili döneme geçtiğimiz halde, demokrasiye geçemeyişimiz ve resmî ideoloji olan Kemalizmin gizli-açık müdahaleleriyle ehl-i ilimdeki korku devam etmiş ve ediyor. Şimdi bu korkutulmuş, ürkütülmüş ulema ile dinî meseleleri tartışacaksınız. Hem de, dünyanın hiçbir yerinde mevcut olmayan “ilke ve inkılâp”ların idare ettiği ekranlarda… Buralara dâvet edilenler, evvelâ yasaklı bölgeleri gözden geçiriyor. Sonra mayınlı tarlaları tesbit ediyor. Kemalizmin hassasiyetlerine dokunmama uğruna Müslüman halkın hassasiyetleriyle rahatça oynayabileceğine kanaat getirmiş olarak kamuoyunun önüne çıkıyor. Bu ekranlara çıkanların yine “derin devletten” müsaadeli olma şartını da elbette unutmuyoruz. Yüzde doksanı yasaklı ve yalnızca yüzde onu müsaadeli olan bir sahada neyi tartışabilirsiniz ki…

Dinin tüm dünya menfaatlerinin üstünde olması gerektiğini hepimiz kabul ederiz. Siyasetin, ticaretin ve sanatın üstünde… Bu sahada hizmet verenler, kanun ve nizamlara riayet kaydıyla yalnızca Allah’tan korkmalı ve O’nun rızasına çalışmalı, değil mi?

Peki bu tartışmaları kimler hangi mahfillerde yapıyor. 657 sayılı Devlet Memuru Kanununa tâbî vazifeliler dini serbest olarak temsil edebilirler mi? Veya bu kanunla devletin resmî ideolojisinin cenderesine mahkûm alimlerden “dinî şûrâ” bekleyeceksiniz. Bu kanunla devlete bağlı memurların sözkonusu mahfillerde rahatça konuşabilmeleri için bavullarını hazırlayıp, istifa dilekçelerini ellerinde tutmaları gerekmez mi?

Dinî hizmetler ve bu sahadaki çalışmalar, aynı zamanda bir sivil-toplum işidir. Dine hizmeti gaye edinmiş cemaatler, birer sivil-toplum örgütüdür. Menfaatlerden arınmış, siyasetler üstü ve yalnızca insana faydalı olmayı gaye edinmiş organizasyonlardır. İlmî tartışmaların odağında bulunmaları ve meseleler için konseptler hazırlaması gereken dinî cemaat mensuplarının da, 657 sayılı kanunla bağlı memurlardan çok daha rahat hareket edebileceklerinden şüphem var. Zira imanla süslenmiş hakikî hürriyetten dinî cemaatlerimizin de mahrum olduğu kanaatindeyim. Devlet ideolojisi yerine cemaat reisinin düşünceleri veya cemaatin menfaatleri, mensuplarını serbest konuşup-tartışmaktan alıkoyar. Bundandır ki, tartışma mahfilinde ne dinî cemaat mensuplarına ve ne de cemaatlere ait konseptlere rastlanılmıyor. Devletin resmî ideolojisini, tahakkümünü ve keyfîliğini tenkit eden dinî cemaatlerin evvela hürriyet yolunda bir şeyler yapmaları gerekiyor.

Bir asra yakındır, siyasî ve ilmî istibdatların baskısı altında inleyerek, daha ilmihal bilgilerini bile öğrenememiş bir topluma; müçtehidîninin arasında füruat üzerindeki tartışmaları ekranlara taşımak, ya cehalettir veyahut da riyadır. Her ikisi de zararlıdır. İslâmî tartışmalardan önce, tartışmanın hür ortamı üzerinde çalışmak gerekiyor, kanaatindeyim. Devletin, dinî cemaatlerin ve ehl-i bidanın üzerimize boca ettiği gayr-ı insanî düşünce ve korkulardan arınmadan “tartışıyoruz!” diyenler, yalnızca kendilerini kandırırlar. Valizini hazırlayıp, podyuma çıkan hiç tartışmacı duydunuz mu? Öyleyse biz tartışmıyoruz. Bilhassa özel kanalların reklâmını yaparak milleti uykusuz bırakıyoruz. Bu neticeden ne halkımız memnun, ne de Hâlıkımız….

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*