Diziler ve sefih hâller…

Hayat tarzlarına din-i mübîn-i İslâma göre yön vermesi gereken Müslümanların sefih olması, sefahatte gitmesi, nefsinin elinde bir zebun, oyuncak olması hiç hoş bir şey değildir. Hele o dinin gönderildiği ve yayıldığı topraklarda, Hz. Peygamber’in (asm) içlerinden geldiği Arap kavmine ise hiç yakışmıyor bu haller.

Geçtiğimiz günlerde yayınlanan Kâzım Güleçyüz’ün “Türk dizileri ve Arap kadınları” başlıklı yazısı, bizi bu yazıyı yazmaya sevk etti.

Güleçyüz’ün o yazısını okuduysanız, orada enteresan şeyler zikrediliyor. Bizim de daha önce birkaç defa yazdığımız “diziler”le alâkalı o tesbitler gerçekten çok manidar. Evet, bugün maalesef “boğazımıza dizilen, hançerini kalbimize saplayan diziler”, daha doğrusu adı “Türk dizileri” ama gerçekte hem Türk’e, hem de diğer İslâm milletlerine çok zararlı olan bu dizilerin bazı Arap TV’lerinde gösterilmesine şahid oldukça çok canımız sıkılıyor.

Tabii, bizdeki sefih ve sefahat kokan ve aziz milletimizin ekseriyetinin hayat tarzını aksettirmeyen bu rezillikleri seyreden Arap’lardan çoğu kimse, milletimiz hakkımızda iyi kanaatlere sahip olmuyor. Bunu, Mısır’da bulunduğumuz zaman müşahede ettik. Orada, münasebette bulunduğumuz Mısırlı gençlere, Risale-i Nurları verip, anlatmıştık. Daha sonra, intibalarını sorduğumuzda memnuniyetlerini bildirdiler. Ve hem Üstad, hem de Risale-i Nur hakkında enteresan ve sitayişkâr ifadelerde bulunduktan sonra, bize hiç unutmayacağımız şu sözleri söylemişlerdi: ”Ağabey, eğer biz sizleri tanımasaydık ve Risale-i Nur’dan haberdar olmasaydık, Arap’ların çoğu gibi, bu sizin dizilerinizden dolayı Türk’lere karşı hiç iyi hisler beslemeyecektik.”

Hiç unutmadığımız bu sözlere hem çok üzülmüş, hem de başımıza bu dizleri belâ edenlere bayağı buğz etmiştik. Ama tabii, Mısır’daki bu gençlerin dışında, halleri hoşumuza gitmeyen başka gençler de vardı. Kahire’de vakit namazlarını kılmak için mahalle mescidine giderken, yolumun üzerinde ve camiye çok yakın bir yerde olan bir cafede Arap gençleri oturmuş, müzik ve gürültü ortasında keyfediyorlardı. İşte bizim başımızın belâsı olan bu dizilerin buralarda da seyredilmesinin tesiriyle (başka âmiller de var elbette), onların ahlâklarının menfî yönde bozulmasına sebeb olunuyordu. Yani kötü örnek olunuyordu.

Ondandır ki, bizim sefih dizilerimizi alıp gösteren Arap TV’lerinin tavrı hiç hoşumuza gitmiyor. Mısır’da bulunduğumuz bir gün, oradaki Türk gazetecilerle görüşmemiz esnasında, içlerinde bulunan bir Mısırlı, oradaki bir TV’nin yapımcısıymış. Bizimle tanışınca, İstanbul’a gelip Türk dizilerinde oynayanlardan biriyle röportaj yapmak istediğini belirtti. “Bu konuda bize tavassut edebilir misiniz?” dedi. Biz de o taraklarda pek bezimizin olmadığını söyledik. Yani enteresan şeyler…

İşte bunlardan dolayı, teknolojinin gelişmesi ile ulaşım ve iletişim vasıtalarının da tesiriyle küçülen dünyada, kötü örnekler ile Müslümanlarda, daha doğrusu tahkikî iman sahibi olmayan Müslümanlarda, Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin; “Akaidî ve imanî hükümleri kavî (kuvvetli) ve sabit kılmakla meleke (alışkanlık) hâline getiren, ancak ibadettir. Evet, Allah’ın emirlerini yapmaktan ve nehiylerinden (yasaklarından) sakınmaktan ibaret olan ibadetle, vicdanî ve aklî olan imanî hükümler terbiye ve takviye edilmezse (kuvvetlendirilmezse), eserleri ve tesirleri zayıf kalır. Bu hâle, âlem-i İslamın hâl-i hazırdaki (şu andaki) vaziyeti şahittir” sözleriyle ifade ettiği durumlar ortaya çıkıyor ne yazık ki.

Neticede, gerek buna benzer hâlleri müşahede ettiğimiz Arap memleketlerindeki, gerekse bizim memleketimizdeki böylesi sefahat hâllerinin olmaması için duâ ediyoruz elbette. Tabiî bu sefahat hâllerine ön ayak olanların da bunda vebalinin olduğunu söyleyerek. Bu gibi nâhoş ve nefsin hoşuna giden durumlardan, şeytanın elinde oyuncak olmaktan da Allah’a sığınırız.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*