Doğru işte sebat gerek

Türkiye’nin ekonomik ve siyasî şartları herkesin bildiği sıkıntılarla kuşatılmış. “İşler yolunda, ekonomi düzeldi” denildiği an yeni bir krizin patlak vermeyeceğini kimse garanti edemiyor. Belki de bunun bir sebebi, “müteharrik-i bizzat” olamayışımız; yani, “hareketin kaynağının içeride olmaması”dır. Başkaları “üflüyor” ve biz burada “oynuyor” olmaya devam ettikçe de maalesef bu risk, bu tehlike, bu ihtimal devam edecek.

Arzu edilen şey ise, millet ve memleket menfaatine olan icraatların ısrarla devam ettirilmesi olmalı. Elbette atılan her müsbet adıma bir şekilde itiraz edenler olacak, ama bu itirazları savmak, ona rağmen yola devam etmek de millet menfaatini düşünenlerin işi olmalı.

Geçmişte de oldu, muhtemelen önümüzdeki yıllarda da olabilir: Türkiye’yi idare edenler müsbet bir adım attığında ‘azgın bir azınlık’ en yüksek perdeden itiraz ediyor. Meselâ, her hangi bir okulda öğrenciler namaz mı kıldı? Hemen gazete manşetlerine taşınır ve “Vay, laiklik elden gidiyor” diye gürültü çıkarılır. Böyle bir durumda Türkiye’yi idare edenlerin yapması gereken şey ne olmalı? Elbette, “Ne var bunda? İsteyen ibadetini yapabilmeli” demesi gerekmez mi? Bakıyoruz ki, böyle itirazlar üzerine “Yanlış anlaşılma olmuş, bizim haberimiz yoktu, olsa müsaade etmezdik, orası zaten izinsiz açılmış” gibi tutarsız cevaplar verilebiliyor. Sonunda müsbet bir adımdan geri atıldığını ve yanlışta devama karar kılındığını görebiliyoruz.

Benzer bir tartışma ‘zina’ konusunda yaşanmıştı. Bir ara ‘zina’nın kanunen suç olması gündemdeydi. “Bir kısım medya” öyle bir yaygara koparttı ki, yüzde yüz doğru olan bir adımdan yüzde yüz yanlış olan bir adımla geri dönüldü. Peki, kim kazandı? Kazananları isimlendirmeyelim, ama kaybeden millet oldu. Elbette ‘zina’yı kanunla yasaklamak, işleyenlere maddî ceza vermek tek başına yeterli değil, ama bu suçu ‘masum’ göstermek de cinayetlerin cinayetidir. Allah (cc) hepimizi o ateşe düşmekten muhafaza etsin ki, Kur’ân-ı Kerim’de “Zinaya yaklaşmayın” (İsra Suresi, 32. âyet) buyurulmaktadır. “Zina yapmayın” değil de “Zinaya yaklaşmayın” denilmesi dikkat çekicidir. Allah muhafaza, “yaklaşma”nın yasaklandığı bir çirkin fiili, “yapmak” nasıl savunulabilir?

Milletin beklediği yeni ve gerçek anlamda sivil bir anayasa konusunda da benzer hatalar yapılıyor. Neredeyse yıllar önce bu hususta bir adım atıldı, akabinde teklifler rafa kaldırıldı. Bakınız, son genel seçimler esnasında da konu “birinci sırada” gündeme yerleşti, tartışmalar yapıldı, teklifler dillendirildi. Aradan aylar geçti ve henüz net bir durum yok. Yoksa konu ‘masa’ya gelmeden yine ‘rafa’ mı kaldırılacak?

Yeni anayasa konusunun gündeme geldiği her defasında hatırlattığımız gibi tekrar hatırlatalım: Hazırlanacak yeni anayasa, gerçekten sivil bir anlayışla hazırlanmalı. Ve kesinlikle ‘giden anayasa’yı aratmamalı. “Bu atmosferde böyle bir şey olur mu?” demeyelim. Çünkü çok “olmaz”ların bir şekilde olduğuna herkes şahit oldu. Bu bakımdan konu üzerinde hassasiyetle durmakta fayda var. Bazı kurumlar itiraz ediyor, bazılarının rahatı bozuluyor diye hakikatten, gerçeklerden ve doğrulardan geri adım atmaya gerek yok. İyide, doğruda ve hakta sebat gerek.

Bunları yaparken elbette maddî ve manevî bedeller ödenecek. Hiç bedel ödemeden, rahat koltuklarımızda maksada ulaşmak mümkün olsaydı, o zaman bu “imtihan yeri”nin açılmaması icap etmez miydi?

Terörü bitirmek için atılan doğru ve haklı adımlardan da vazgeçilmemeli. Neredeyse yarım asra yaklaşan bu musibetten kurtulmak için samimiyet şart. “Sulh-u umumî”den herkes istifade eder vesselam…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*