Doğu ve Güneydoğu´nun Temel Sorunu

 

Milliyetçilik Tuzağı

Bediüzzaman milliyetçiliği “müspet” ve “menfi” olmak üzere iki kısma ayırmaktadır. Şöyle der: “Fikr-i milliyet şu asırda çok ileri gitmiş. Hususan dessas Avrupa zalimleri, bunu İslâmlar içinde menfi bir surette uyandırıyorlar, tâ ki parçalayıp onları yutsunlar. Hem fikr-i milliyette bir zevk-i nefsanî var, gafletkârâne bir lezzet var, şeâmetli bir kuvvet var. Onun için, şu zamanda hayat-ı içtimaiye ile meşgul olanlara “Fikr-i milliyeti bırakınız” denilmez. Fakat fikr-i milliyet iki kısımdır:

Bir kısmı menfidir, şeâmetlidir, zararlıdır. Başkasını yutmakla beslenir, diğerlerine adâvetle devam eder, müteyakkız davranır. Şu ise, muhasamet ve keşmekeşe sebeptir. Onun içindir ki, hadis-i şerifte ferman etmiş: “İslâm dini kendinden önceki bâtıl olan fiil, hareket, âdet ve inanışları keser, kaldırır.”1

“Müspet ve menfi milliyet” şeklindeki ayırımı tenkit eden birçok İslamcı sosyal bilimci biliyoruz. Bediüzzaman’a göre bir insanın kendi ırkını ve ırkdaşlarını sevmesi için birçok sebep bulunabilir. Çünkü bizzat Allah (c.c) insanları bir kadınla bir erkekten yarattığını, onları gruplara ve kabilelere ayırdığını ifade buyuruyor.2 Fakat ayete göre insanların farklı ırklara ve kabilelere ayrılmasının esprisi insanların tanışması ve dayanışmasıdır; sürtüşme ve restleşme değildir. Dolayısıyla bir insan, başka bir ırka mensup olan insanları yok saymadıkça ve onlara buğzedip kendi ırkıyla övünmedikçe ırkçı sayılmaz. Başka ırklara mensup insanların varlığını yok saymak, adeta onları yutmakla beslenmek, kendi ırkının üstünlüğünü iddia etmek veya kendi ırkının asla ırkçılık yapmadığını öne sürmek ırkçılıktan başka bir şey değildir.

Genellikle sosyologlar hâkim sınıfın ırkçılık yapmasını doğru bulmamakla birlikte, onların emri altında yaşayanların ırkçılık yapmalarına göz yumuyorlar. Ancak bu yaklaşım doğru değildir. Konuyu Türkler ve Kürtler açısından ele alacak olursak, bu ülkenin gerçek sahipleri olarak Kürtlerin ırkçı yaklaşımlar sergilemeleri doğru değildir. Zira Kürtler Müslüman oldukları için azınlık statüsünde düşünülemezler. Hâkim sınıf olan Türklerin ırkçı yaklaşımlar sergilemesi ise “inşikak-ı asaya” (birlik ve bütünlüğün bozulmasına) yol açacağı kesindir. Bediüzzaman ülkede hâkim sınıf sayılan Türklerin İslam’la bütünleşmiş olan tarihlerine dikkat çekerek şöyle der: “Ey Türk kardeş! Bilhassa sen dikkat et. Senin milliyetin İslâmiyet’le imtizaç etmiş; ondan kabil-i tefrik değil. Tefrik etsen, mahvsın. Bütün senin mazideki mefahirin İslâmiyet defterine geçmiş. Bu mefahir, zemin yüzünde hiçbir kuvvetle silinmediği halde, sen şeytanların vesveseleriyle, desiseleriyle o mefahiri kalbinden silme.”3 Doğrusu Türklerin neden daha çok dikkat etmeleri gerektiğini bu referanstan anlamak zor değildir.

Peki, bir Kürt nasıl ırkçılık yapabilir? Kürt kökenli bir vatandaşın “Ben Kürdüm” demesi ve Kürtçe konuşması ırkçılık değildir, olmamalıdır. Bir Kürt teröre bulaşmadan demokratik haklarını talep ederse ırkçı sayılmaz. Fakat eğer bir Kürt başka ırklardan olan insanlara, örneğin Türklere, hakaret ediyorsa, onları aşağılayıcı sözler sarf etmekten çekinmiyorsa ve onların dinsiz olduklarını iddia ediyorsa ırkçılık yapıyor demektir. Diğer taraftan bir Kürt, din kardeşliğini yok sayan ve ortadan kaldıran yaklaşımlar sergileyecek siyasal bir çizgi izliyorsa, söz gelimi, amacına ulaşmak için her şeyi mubah kabul ediyorsa ırkçılık yapıyor demektir. Esefle belirtmek gerekirse bugün ülkemizde bu türden yaklaşımları görmek mümkündür. Maalesef, Türkleri öldürmenin dinen caiz olduğunu söyleyecek kadar rotasını kaybetmiş ırkçı hocalar bile görülmüştür.

Türklere gelince, bir Türk eğer bilinçli olarak “Türk’ten başka Türk’ün dostu yoktur”, “Bir Türk dünyaya bedeldir” ve “Bu ülke sadece Türklerindir” gibi sözler sarf edebiliyorsa elbette ki ırkçı yaklaşımlar sergiliyor demektir. Bazıları “Türk İslam Tarihi”, “Türk Medeniyet Tarihi” ve “Türk milleti” deyimlerinin de ırkçılık koktuğunu söyleyerek insafsızca davranabiliyorlar. Kuşkusuz belli bir tarihsel döneme ve anlam yüklü tarihsel kavramlara aidiyet ifade eden sözcüklerin kullanılmasını ırkçılığın bir belirtisi olarak kabul etmek, en hafif anlamıyla cahilliktir. Bir genelleme yaparak Türklerin ırkçı olduklarını iddia etmek de büyük bir hatadır. Bazı radikal gruplar, Orta Asya’da yaşamış olan Türkleri ilham kaynağı kabul ederek eski kökenlerine değer verme gibi bir takım fantezi düşüncelere sahip olabilirler. Oysa Türkler Orta Asya tarihinden sonra büyük bir değişim geçirdiler. Her şeyden önce Türkler Müslümanlığı kabul ederek diğer Müslüman milletler gibi cehaletten kurtulup şerefin zirvesine yükseldiler. Türklerin Müslüman olduktan sonraki şeref dolu tarihleriyle yetinmeyip cahili dönemlerdeki hayatlarına ve övünç kaynaklarına ilgi duymak akılsızlıktır. Cahiliye dönemindeki köklere ilgi duymak, tıpkı kuluçkaya yattıktan sonra yavrularını semalarda gezdiren tavus kuşunun yuvasında kalan yumurta kabuklarıyla ilgilenmeye benzer. “Şu eski ecdadımız ne kadar kahramandılar” diyerek himmetini cahili dönemdeki insanlara yönlendirmek, semalarda uçan tavuslarla yetinmeyip “şu yumurta kabukları da ne kadar asil” demek gibi bir çaresizliktir.

Aslında milliyetçilikle ilgili teori ve tezler bize Batı’dan gelmiştir. İslam kardeşliğini zayıflatmak amacıyla bulaşıcı bir hastalık gibi Müslüman milletlerin arasında yayılmıştır. Ancak dini hayat güçlü olduğu sürece bu hastalığın yayılma gücü zayıflayacaktır. Böyle dönemlerde Türklerin ve Kürtlerin yapabilecekleri en akıllıca iş, İslam kardeşliğinin şuuruna vararak kendilerini İslam öncesi ırklarına değil, Osmanlı dönemine aidiyetlerini hatırlamalarıdır. Kabul etmemiz gerekir ki, Osmanlılar, imparatorluk topraklarında yaşayan milletlere karşı en adil davranan bir millet olmuşlardır.

Bediüzzaman’ın İslam kardeşliği ile menfi milliyetçiliği bir misal ile anlatıyor: Bir kale düşünün, içinde çok kıymetli elmaslar bulunmaktadır. Kalenin muhkem duvarları bu elmasları gayet iyi bir şekilde koruyor. Birisi çıkıp: “Ben kalenin içindeki elmasları, kalenin duvarlarında yer alan taşlarla değiştireceğim” dese, ne kadar ahmakça bir iş yapmış olur. Bu misalde olduğu gibi, İslamiyet elmaslara benzer. Bizim milliyetlerimiz kalenin duvarlarındaki taşlara benzer. Bediüzzaman şöyle der: “Şu müsbet fikr-i milliyet, İslâmiyet’e hâdim olmalı, kale olmalı, zırhı olmalı; yerine geçmemeli. Çünkü İslâmiyet’in verdiği uhuvvet içinde bin uhuvvet var; âlem-i bekada ve âlem-i berzahta o uhuvvet bâki kalıyor. Onun için, uhuvvet-i milliye ne kadar da kavî olsa, onun bir perdesi hükmüne geçebilir.”4 Bizler Müslüman olarak milliyetimizle İslam’ı güçlendirmeyi hedef almalıyız. Aksi takdirde elmaslar gittiği zaman kale de yıkılmış olur. Milliyetlerini, bir kale gibi İslam’ın koruyucusu yapan Müslüman milletlerin uzun hâkimiyet dönemleri olmuştur. Abbasileri, Selçukluları ve Osmanlıları örnek verebiliriz. Diğer taraftan bir Kürt komutan olan Salahaddin-i Eyyubi’nin İslam’a ve Müslümanlara yaptığı hizmetler tarih boyunca birer şeref levhası olarak başımızın üzerinde durmaktadır.

Benzer konuda makaleler:

2 Yorum

  1. Bugün tüm dünyada ve insanlık aleminde olduğu gibi, Türkiyede de bireysel ve toplumsal olarak, bir doğru “inanç”, “tanıma ve tanımlama” sorunu var. Temel inanç ve karakterlerinden kopartılmış ve yabancılaştırılmış insanları suni birkaç vaadlerle tatmin edip yatıştırmayı ve bu şekilde sorunların bitirileceğini düşünmek hayalcilikten başka birşey değil.
    İnsanın hayatına yön veren, huzur veren, tatmin eden, düzen veren İLAHİ İNANÇ ve ÖĞRETİLERDİR.
    İnsanlar bu istikamette yönlendirildiğinde, bu değerler aşılandığında yani vahiy kültürüyle tanıştırıldığında huzur ve ihya bulur ve bunun için çaba sarfeder. Kendisini ve tüm insanları “insanlık ailesinin” bir ferdi, dolayısıyla bir kardeşi görür ve sayar.
    Bütün sorunların temeli, İLAHİ VAHYİ devre dışı bırakma ve toplum hayatından uzak tutma çabasından kaynaklanıyor.
    Türkiyede ve Güneydoğuda da yapılan ve yapılmak istenen budur. Dolayısıyla soruna verilen bütün “adlar” da doğru tanımlamalar değildir. Teşhis yanlış konulunca, ilacın ve tedavinin yanlış olması kaçınılmazdır.

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*