Doğudan batıya yöneliş modeli

Image
Çağımızda herşeye bir model aranıyor, biçiliyor ve sunuluyor. Tarihî ve insanî bir vak’a olan doğudan batıya yönelişin de bir modeli vardır elbette. Aslında bu yönelişin çok boyutları, çok sebepleri ve çok hedefleri olduğu gibi, çok modelleri de vardır. Ama ben öyle her modelden bahsetmiyorum. Hakikaten olması gereken, hakikaten insanî olan, hakikaten Kur’ânî olan ve o nisbette İlâhî olan modelden söz ediyorum. Batıyı “bâtıl” olmaktan kurtarmaya yönelik bir hedef, olsa olsa İlâhî olur, Kur’ânî olur.

Batıya yönelişin şeklini ve en güzel modelini ortaya koyabilmek için insanlık tarihini, peygamberler tarihini, İslâm tarihini iyi okumak lâzım. Ahirzaman Peygamberinin (a.s.m.), Kıbrıs’a ve İstanbul’a nazar atfetmesinde büyük hikmetler vardır. “İstanbul mutlaka fethedilecektir” müjdesinin gerçekleşmesinde hem istikbale, hem batıya yönelik mesajları vardır. Sahabe-i Kiramın Kıbrıs ve İstanbul aşkı ve bundaki sırlar hâlâ anlaşılmaya muhtaçtır. Zülkarneyn Hazretlerinin seyahatinin doğudan batıya olması da çok manidar değil midir? İşte Kehf Sûresinden mealen:

“Hakikaten Biz, onu yeryüzünde büyük bir kudret sahibi kıldık ve ona, (muhtaç olduğu) şeyden bir sebep (bir yol) verdik. O da batıya doğru bir yol tuttu. Nihayet güneşin battığı yere ulaşınca, onu (güneşi) kara bir balçıkta batar buldu.”

Bundan da anlaşılıyor ki, batıya yöneliş sebepsiz ve tesadüfî değildir. İlâhî çok sırlar ve hikmetler vardır. Hem dünyamızı aydınlatan ve ısıtan güneşin seyri de doğudan batıya değil midir?

«««

Bugün ne gariptir ki, teknoloji, medeniyet ve yükselişten söz açılınca ilk akla gelen Batı oluyor. Batı deyince de Amerika ve Avrupa zihinlerde şimşek gibi çakıyor. Aslında Batıyı Batı yapan, dünyanın her yönünden ona olan yönelişlerdir. Batı ancak dünyanın kuzeyiyle, güneyiyle ve doğusuyla ayaktadır ve yükseliştedir. Bütün yönlerin Batıda hakkı vardır. Herşeyden önce “göz” hakkı vardır. Batı, kendisini bu “göz” değmesinden, bu nazardan korumalıdır. Bu da ancak dünyanın diğer yönlerine olan borcunu ödemekle, yani oralara kucak açmakla, oralardaki sefaleti ve ezilmişliği bertaraf etmeye çalışmakla kendisini hem kul nazarında, hem de Allah nazarında emniyete almış olur. Yoksa kendi âlemine dalıp gökdelenler dikmekle, sefahathaneler açmakla meşgul olursa, başı belâdan berî kalmaz. Can yüklü 11 Eylül uçaklarının, gökdelenlerin sinesine saplanarak, canhıraş feryatlar attırması geride kalsa bile, tsunamiler, kasırgalar, yangınlar ve daha nice belâlar Batının başından eksik olmaz. Öyleyse Batı, aklını başına almak zorundadır.

«««

Batıdaki yükselişin bir sebebi de, onun coğrafî, jeolojik ve fizikî yapısında aranmalıdır. Dağlık, dere, tepe, ormanlık, engebeli, serin ve yağışlı oluşunun, insanlar üzerinde de etkisi olmuştur. İnsanları soğukkanlı ve muhakemelidir. Herşeyin üstüne balıklama atılmazlar. Geç alırlar, geç de bırakırlar. Dış tehditlere karşı her zaman uyanık ve tedbirlidirler. Baksanıza, yarım asra yakındır iş güç sevdasına Batıya yerleşen Müslümanlar, hâlâ kendilerini Batı insanına anlatamamışlar, hâlâ Batılılar onlara ve dolayısıyla İslâma çekinceli bakıyorlar.

Esasen, İslâmı birçok yönleriyle “anlaşılmaz” yapanlar, ne yazık ki yine Müslümanların ta kendileridir. Pakistan’ın şanlı İkbal’i boşuna dememiştir:

“Kaç bu Müslümandan, sığın İslâma!”

Ya büyük şairimiz Mehmed Akif’e, “Müslümanlık, bilmem, ama galiba göklerdedir” dedirten âmil nedir? Hele onun, “Doğrudan doğruya Kur’ân’-dan alıp ilhamı / Asrın idrakine söyletmeliyiz İslâmı” şeklindeki temennisi ve duası kabul olmuş gibi, bu hakikat Risale-i Nurlarla tam tahakkuk etmiştir. Eğer biz Müslümanlar, doğru İslâmiyeti ve İslâmiyete lâyık doğruluğu çağın ve çağların idrakine sunmak istiyorsak; Kur’ân’dan ilhamen gelen bu hakikatlere ciddiyetle yönelmeliyiz. Belki o zaman İslâmı ve Kur’ân’ı şanına lâyık mânâsıyla idrak eder ve yaşantımızla yansıtabiliriz.

Haa, doğudan batıya yöneliş “model”i mi demiştik? Çok sade ve basit bir modeldir bu. Güneş gibi olmalıyız. Aydınlatarak ve ısıtarak. Nasıl mı? İşte Bediüzzaman’dan bir cümle:

“Medenîlere galebe çalmak, ikna iledir. Söz anlamayan vahşîler gibi icbar (zorlama) ile değildir.”

Image

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*