Doha-İstanbul hattı

Önceki ismi “Arap baharı” idi. İlk karşılaştığımız günden bu yana bahar olmadığını söyleyegeldik.

Devrim veya kaosu bahar diye takdim eden yeni muhafazakârlarla yeni liberallerin bu aldatması, maalesef hem ülkemizde ve hem de Avrupa’da tuttu. Abdünnâsır’ın, Kaddafi’nin, Esad’ın ve Baas’ın bölgeye ihtilâlle yerleştirdiği bütün diktatörlüklerin gelişleri de “devrim” olarak kutlanmış ve tarih kitaplarına o isimle geçmişti. Bizdeki Irak savaşının hararetli taraftarı yazarlar, yani eski komünistler de devrim diyorlar. Neocon ve neoliberallerin imkânlarıyla Avrupa ve Amerika’da düzenlenen toplantılarda “Arap devrimini” anlatmak için yerlerinde duramıyorlar.

Arap baharının bu yeni global devrimcilerle, yani modern komünist, mason ve bolşeviklerin ittifakıyla fevkalâde caniyane, hunharca hazırlanmış gayet kirli bir tezgâh olduğu medyada belirtilmeye başladı. BOP’çuların bahar ve devrimlerle neyi hedeflediklerini; petrol paylaşımları, sınırları değiştirilmiş yeni devletçiklerin haritaları, yeni fitne koridorları ve yeni yeni tetikçilerin profil detayları ortaya çıkıyor artık. Neoliberallerin yüklü paralarıyla kurulmuş “yandaş medya”nın da çar naçar hadiseleri kenarından köşesinden çok yakında vermeye başlayacağını tahmin ediyoruz.

Arap baharı adı altında tatbike konulan projenin Müslümanları huzur, hürriyet, refah ve birliğe götürecek “ittihad-ı İslâma” karşıt proje olduğunu dünya Müslümanları anlayana kadar, bu mevzunun yazılıp çizileceğini düşünüyoruz. Atlas kıyılarından başlayarak Himalaya eteklerindeki İslâm coğrafyalarına kadar buralardaki İslâm devletlerinin hayatlarını ilgilendiren bu “ifsad projesinin” mahiyetini anlamak, aynı zamanda “ahirzaman atlasını” da kavramak mânâsına geliyor kanaatindeyiz.

NEDEN DOHA VE İSTANBUL?

11 Eylül faciasını takip eden günlerden zamanımıza kadar İstanbul’da düzenlenmiş millî ve milletler arası bütün toplantıların çetelesi yapıldığında, bu toplantıları finanse eden şahıs ve kurumların “doğru adresleri” tesbit edildiğinde ve söz konusu toplantılara katılan iştirakçilerin misyon ve tebliğlerinin muhtevaları detaylıca neşredildiğinde, Doha-İstanbul hattıyla neyi kastettiğimiz tartışmasız olarak ortaya çıkacaktır.

Denilebilir ki, Türkiye dünyanın saygın bir devletidir. İstanbul dünyanın başşehridir. Bu güzel dünya şehrinde “yeni Osmanlıların” mihmandarlığında yapılacak milletler arası toplantılar şerefimizi arttıracaktır. Hatta azıcık öteye gidip İstanbul’u silüet olarak da New York, Hong Kong veya Dubai’ye benzetir, aynı zamanda bir dünya ticaret ve finans merkezi olduğunu da iddia edebilirsiniz.

Yalnız, şu bilgileri de yukarıdaki iddianın yanına kaydetmekte fayda var. 2006 Temmuz’unda National Demokratic Institute (NDI) adlı kuruluşun finanse ettiği Dünya Demokrasi Hareketi toplantısının ardından gazeteci Kanadalı Mark MacKinnon’un Başbakanımıza sorduğu soruyu biz de sorabiliriz: Renkli devrimlerin Ortadoğu’ya geçmesine ne gibi katkı ve yardımlarınız olacak? Başbakanımızın açılış konuşmasını yaptığı toplantının hedefini NDI temsilcileri saklamamışlardı. 500’e yakın STK temsilcisinin katıldığı ve Türkiye ayağının TESEV’ce temsil edildiği bu organizasyonda, Ukrayna, Gürcistan ve Kırgızistan’daki devrimleri Ortadoğu’ya taşıma yolları tartışılıyordu.

İsterseniz bir başka önemli toplantıyı arz edelim. Hepimizin tanıdığı Türkiye Gönüllü Teşekküller Vakfının organize ettiği İslâm Dünyası Sivil Toplumcular toplantısı. 30 Nisan- 1 Mayıs 2005’te yapılmış. Yer Eresin Otel. El-Hil gazetesinde yazan Abdullah Hasan Mustafa, bu toplantının turuncu devrimleri Arap dünyasına taşımak üzere yapıldığını yazıyor. Ve Araplar, söz konusu toplantıların AKP ile BOP arasında yapılan anlaşmalar çerçevesinde icra edildiğine inanıyorlar.

Arap dünyasındaki ihtilâllerin organizasyon, eleman ve servis hizmetlerine mekân olan İstanbul’a neoliberal fonlardan milyonlarca doların akmakta olduğunu da ilgililer biliyorlar. Ayrıca İstanbul’daki bazı vakıf üniversitelerinin hem Türkiye dahilinde ve hem de Ortadoğu’daki devrimlerde aktif rol üstlendiklerini biliyoruz.

DOHA’YA GELİNCE

Küçük bir vilâyetimiz kadar bir yüzölçümü, 780 bin nüfus. Katar’ın baharını Şeyh Hamid bin Halife idare ediyormuş, Tam bir devrimci… Arap baharına kadar, Doha’nın Katar’a başşehirlik yaptığını bilmiyordum. Amerika’nın bölgesel en büyük üssünün de burada olduğunu okumamıştım. BOP’çuların Doha’yı propaganda, finans, muhasebe ve lojistik üssü olarak kullandıkları daha yeni yeni yazılıp çiziliyor. Körfez Savaşının cazgırı El Cezire’nin Fransız-İsrailli Yahudi kardeşler David ve Jean Freudman’larca kurulduğunu kim biliyor ki… Ve bu televizyon şirketinin patronunun meşhur Mahmut El Cibril olduğunu, yönetim kurulu başkanı olarak bu zatın El Cezire’yi “Arap devrimlerini” tetikleyecek ve yönlendirecek dönüşüme muvaffak olduğunu bundan böyle hepimiz öğreneceğiz. Bu başarılı ekonomist, NLP’ci, kişisel gelişimci, devrimci ve İhvan-ı Müslimîn’e mensup zatın talebesi Vadah Hanfar’ın da bizzat El-Cezire’nin idarecisi olduğunu Troçkicilerin Wikileaks sızıntılarından sonra öğreniyoruz. Amerikan Dışişleri ve Pentagon’una yerleşmiş neoconların Hillary’yi sürükledikleri bu artçı ihtilâllerin deşifresini müteakiben M. Cibril Libya’dan Katar’a kaçıyor ve muhalif devrimin organizesini resmen üstlenmiş. Libya’da Kaddafi’nin karargâhını basan askerlerin de Katar’da eğitilen İngiliz askerleri oldukları sonradan anlaşıldı. Hepimizin bildiği üzere M. Cibril verilen vazifeleri tamamladıktan sonra Ulusal Geçiş Konseyinin başındaki vazifesinden de ayrıldı.

Doha, devrimlerinde henüz ismini ilk defa duyacağımız yüzlerce kişiye, hadiseye ve organizeye ev sahipliği yaptığından önemlidir. Katar Emirinin Başbakanımızın can dostu olduğunu, bizdeki “yandaş medyayı” Hamid bin Halife Hazretlerinin yardımıyla edindiğini de daha çok duyacaksınız. Meselâ Emir halen Sabah ve atv grubunun yüzde otuzuna sahip.

Yalnız burada fevkalâde hassas bir noktaya değinmek istiyoruz. Daha önce başka diyarda cereyan etmiş resimleri Suriye’de olmuş gibi yayan ve yönlendirici haberleri yayınlayan El-Cezire’nin Yusuf Al-Kardavi’yi kullanması Müslümanlar için çok üzücü olmuştur. Ayrıca, El Kuds Al-Arabiyya gibi gazetelerin New USA gibi Amerikan gazetelerinden iktibas yaparak İhvan-ı Müslimîn’in neoconlardan 1.1 milyar dolar aldığını yazması, İhvan’ı çok samimî sevenleri fevkalâde üzmüştür. Dileriz ki, bu mübarek cemaatin temsilcileri bu iftiraya hemen cevap versinler.

Doha’nın devreye girişini 2005’te İstanbul’da yapılan meşhur toplantıya bağlayanlar da var. 25 İslâm ülkesinden 200 delegenin katıldığı bu toplantıda ABD’li neoconların silâhsız devrim için düğmeye bastığı zannediliyor.

NETİCE

Yeni liberaller veya turuncucular için İstanbul ne ise, neoconlar için Doha aynı mânâyı temsil ediyor. Global ihtilâlcilere, İslâm coğrafyasında üs görevi yüklenmiş iki merkez. Katar’ın bir devlet olmadığını, Emir’in belli merkezlerden vazifeli olduğunu söyleyenler de var. Ya İstanbul… Ya Türkiye… AKP’nin icra ettiği misyonu taşeronlukla özdeşleştirenlere ne demeliyiz? Hem Türkiye’ye ve hem de âlem-i İslâma yazık oluyor.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*