Dördüncü devre uzatmaları

Adileşen habis ruhu, çok önceden Cehenneme gidecekken; yaptıklarımız ve yapamadıklarımızla ömrünü uzatıyor, dördüncü devresinde gider ayak bütün müzehrafatını kusuyordu Süfyaniyet.

Son dönemeçte bütün yollar kullanılmış olsa da, (tahrip kolay olduğundan) yeni aktörler bulmada zorluk çekilmiyor, truva atları bizim mahalleden çıkıyordu.

Demirel’in köşke çıkmasıyla Demokratlar sendelemiş, hükûmeti başka ellere bırakmama adına Refah-Yol hükûmetine razı olmuştu bilmecburiye.

Halbuki Demirel, Refah Partisi varken neden SHP ile koalisyon kurdukları sorusuna verdiği bir cevapta, “Biz bu konuda acı tecrübeler yaşadık, tekrarını bu memleket kaldıramaz” mealinde ibretlik bir ifadede bulunmuştu.

28 ŞUBAT KURGUSU

28 Şubat’a giden bütün yollar kurgulanmıştı.

Başta Erbakan olmak üzere, taraf-muhalif, herkes bu oyunun içerisindeydi.

Meclis açılır açılmaz Merve Kavakçı’nın TBMM’ye başörtülü girmesi, Ecevit’in “Atın bu kadını devletin meclisinden!” (Milletin mi, devletin mi meclisi) garabeti yaşanması, kavgaların zeminini oluşturuyordu.

İlk defa iktidarı ele geçiren siyasal İslâmcılar yanlış bir takım icraatlarla hassas dengeleri alt üst ediyordu.

Erbakan, ayağının tozuyla ilk resmî ziyaretini İran’a, ardından terörist ilân edilen Libya’ya yapıyor ve bütün dünyanın dikkatlerini üzerine çekiyordu.

Hiç başka işimiz yokmuş gibi; “Rektörler başörtülülere selâm duracak, İmam-hatipler arka bahçemizdir, Org. Karadayı bizdendir, Taksim’e cami yapılacak, M. Kemal yaşasaydı bizden olurdu” gibi tahrik edici beyanlar, siyaseti kilitler hale getirmişti.

Millî Görüş iktidara gelmişti ya; Filistin’e destek geceleri adı altında siyasî şeriata vurgu yapılıyor, devleti değiştirme maniplasyonularına prim veriliyordu.

Aczimendiler, Müslüm Gündüz, Fadime Şahin, Ali Kalkancı tiyatroları oynanıyor, malûm basın da bu görüntüleri bitmeyen diziler halinde her dakika milletin gözüne sokarak, askerin ve ulusalcı çevrelerin damarına dokunduruyorlardı.

SİYASAL İSLÂM ÜZERİNDEN..

Her gazeteye “anchorman” dedikleri bir GYY oturtulmuş; TV programlarıyla tam bir algı operasyonu yönetip, komutanlara birifing veriyorlardı.

Tartışma programlarında din haraç-mezat satılığa çıkartılmış, ulema-i sû tabir edilen hocalarla içtihad kapılarını ardına kadar açmışlardı. Çıplak namaz kılma mı dersiniz, zekât yerine ayakkabı dağıtma mı, türban mı, başörtüsü mü tartışmaları gündemi meşgul ettiği, dinin değerleriyle oynandığı çok acı bir süreç yaşıyorduk.

28 Şubat göstere göstere davetiye çıkarılıyordu adeta…

Darbenin ayak sesleri, tankların caddelerde boy göstermesiyle palet seslerine ve tehdit boyutuna dönüştüğü bir süreçte siyasal İslâm, daha bir sene dolmadan memleketi Süfyaniyetin kıyısına çekmişti ki, artık geri dönüşü de yoktu.

Bahane arayanlar da; “28 Şubat bin yıl sürecek bir süreç” diye kin ve intikamlarının azametini göstermek istiyorlardı.

Bir yanda militan bir Müslüman iktidar anlayışı, diğer yandan ikna odaları, başörtüsü zulmü, açığa almalar, Anadolu sermayesine çökme, 163. madde yerine ikame edilen 312 gibi Demokles’in kılıcı sallanıyordu başımızda.

Bu süreçte yapılan zulümlere dindarlar bir tarafta, ulusalcılar bir tarafta kamplara bölünmüş, özellikle başörtüsü zulmünde ve dindar sayılabilecek subayların, kamu görevlilerinin işten atılmalarıyla bir kıyım yaşanıyordu.

Dindarların itilmiş-kakılmış ve hor görülmüş bir konumda hissetmeleri (aynen bu gün hatta daha fazlası olduğu gibi) kaçışları da beraberinde getiriyordu.

28 Şubat’ta MGK’nın kabul edilemez 18 maddelik kararlarını, ortamın hazırlayıcısı ve bu günlere getiren Erbakan tarafından imza edilmesi, siyasal İslâmın nelere potansiyel olduğunun net resmiydi.

Yine Kemalizm’e can suyu verilmiş, 5816 sayılı kanun ile sun’î teneffüs verilerek ömrü uzatılmıştı.

“Essebebü kelfail” sebep olan yapmış gibidir sırrınca, Fevzi Çakmak’tan beri bu işin müsebbibleri bellidir.

Halbuki Bediüzzaman yüzde 60/70 tam müteddeyyin dindar olmadan din adına ortaya çıkmanın dine zarar vereceğini başından beri söylemiyor muydu?

Ancak, ne çare ki ekserin hatasından ferec gelmediği gibi dördüncü devre, dopingler ve siyasalcıların zaaflarıyla uzadıkça uzuyordu.

İkinci yolda aktörler değişse de, roller değişmiyordu.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*