Dördüncü Söz’le namaz kılmak

Kırk küsûr senedir, kim bilir kaç defa okumuşuzdur Dördüncü Söz’ü. Hani malûmunuz, bu asrın en büyük Kur’ân tefsiri olan Risale-i Nur külliyatının ana kitaplarından Sözler mecmuasında bulunan, namaza dair 4. Söz’den bahsediyoruz.

Risaleleri her okuyuşta değişik bir açıdan nazar edip, neredeyse her seferinde yeni yeni şeyler keşfedip, istihraçlarda bulunabiliyoruz. İşte; kâinatta, imandan sonra en büyük hakikat olan namaz ile alâkalı bir yazı yazmaya niyetlenince, bu Dördüncü Söz me’hazımız oldu. “Acaba bu namaz bahsi niye Dördüncü Söz olmuş, sıralamadaki tevafuk nedir?” diye düşünürken, zihnimize şunlar geldi: Müslüman, her hayırlı işe besmele, ”Bismillah” ile başlar. O zaman Birinci Söz bunun besmelesidir. Kâinatta en büyük hakikat olan iman ikinci, namazın da dâhil olduğu umumi ibadetin bahsedildiği söz üçüncü, ondan sonra gelen ve İslâmın beş şartının da içinde bulunduğu namaz da, Dördüncü Söz olarak tensib edilmiştir. Yani besmele ile başlanıp, iman ile devam edip, ibadetten bahsederek, ibadetin en câmii, en genişi olan namaza sıra gelmiştir. Demek ki Üstadımız, her şeyi bir muvazene ile tertip ettiği gibi, bunda da bir tertip eseri vardır.

İslâmın beş şartının birincilerinden* olan namaz ile alâkalı olan 4. Söz’ü okurken anladıklarımızı da nazara vererek, okumaya geçelim:

Hemen başta “Namaz dinin direğidir” hadis-i şerifini görüyoruz. Gerçekten de çok enteresan bir teşbih yapmış Resûlullah (asm). Her şeyi ayakta tutan bir direk vardır. En basitinden bir çadırı çadır yapan, onu ayakta tutan direktir. O direk olmayınca, çadır bezi, uzaktan bakılınca sıradan bir çarşaf veya kumaş parçası zannedilir. Onun gibi, bir kimse eğer “Müslümanım” diyorsa, onu gösteren en büyük alâmet-i farikası ‘namaz’ olmalıdır. Namaz kılmayan Müslümanın hali çadırsız direk misâlidir. Adamın ehliyeti var, ama araba sürmeyi bilmiyor, neye yaradı bu ehliyet? Hüviyetinde “Müslüman” yazıp da, namaz kılmayan Müslüman da buna benzer işte.

Namazın çok kıymetli ve mühim, hem çok ucuz ve az bir masraf ile kazanıldığı, hem de namaz kılmayan adamın aklı başında olmayan bir kimse olduğu ifade edilerek, bu söylediklerinin “iki kere iki dört eder” derecesinde bir kesinlikte olduğunu ifade ediyor. Bu da çok enteresandır. “Beş kere beş yirmi beş”, “üç kere üç dokuz” demiyor. Çok kesin ve kat’î bir ifade kullanıyor. Çünkü bazen çocuklara: ”İki kere iki kaç eder?“ diye sorduğumuzda bazıları “Çarpma mı, toplama mı?“ diye soruyor. İşte buradaki ifadede; çarpsan da, toplasan da aynı neticeyi veren bir kesinliği ifade eden özellik var.

Anlamak için, akla daha da yaklaştırmak için hikâye şeklinde bir temsil, misal anlatılıyor. Hikâyeden sonra Üstadın, “İşte ey namazsız adam ve ey namazdan hoşlanmayan nefsim!” hitabı da çok enteresandır. Yaratılışı gereği, insanı daima kötülüğe sevk eden ve kötülüğü emreden nefsin, en hoşuna gitmeyen şey namazdır. Çünkü bir insan namaz kılmaya başlasa, kötü huylardan, kötülüklerden ya uzaklaşacaktır, ya da asgarîye indirecektir. Bu da, nefis-şeytan ikilisinin hoşuna gitmeyecektir. Onun için atalarımız derler ya, “İnsan şeytanın bacağını kırıp namaza bir başlasa, kırk gün de devam etse, daha namazı bırakamaz.” Gerçekten de öyledir.

Hikâyede anlatılan yirmi dört altını, yirmi dört saate benzetiyor Üstad. İnsana verilen yirmi dört saatin, normalde yirmi üçünün uzun ahiret hayatına; bir saatinin de geçici, fâni dünya hayatına sarf edilmesi gerekirken, Cenab-ı Hakk’ın sahavetinden, büyüklüğünden ve bilinen ticaret kaidelerine tamamen aykırı olarak, yirmi üç saati şu kısacık dünya hayatına, bir tek saatin de ebedî saadetin anahtarı hükmünde olan namaza sarf edilmesi gerektiği, yoksa böyle yapmayanın aklından şüphe edileceği beyan ediliyor. Gerçekten de, hiçbir ticarette, az kâr getirecek mala çok sermaye, çok kâr getirecek mala da az sermaye bağlandığı görülmemiştir.

Aynı zamanda iyi bir hesap uzmanı olan Üstad, bir tek saatin, abdestle birlikte beş vakit namaza kâfî geleceğini beyan ediyor. Hakikaten bir hesap yapalım. Beş vakit namazın toplam rekât sayısı kırktır. Bir rekâtın, normalde bir dakikada kılındığını hesap edersek, bu 40 dakika eder. Geriye kalan 20 dakikayı da, bir abdestin dört dakikada alınacağı hesabıyla, namaz ve abdest toplamının bir saat ettiği görülmektedir…

Bu bir tek saatte, ebedî hazine kazandıracak namazı kılmayan adamın ne kadar zararda ve akılsızca bir davranışta bulunduğunu söyledikten sonra, ”…Zira bin adamın iştirak ettiği bir piyango kumarına yarı malını vermek, akıl kabul ederse; hâlbuki kazanç ihtimali binde birdir. Sonra yirmi dörtten bir malını, yüzde doksan dokuz ihtimal ile kazancı musaddak (tasdik edilmiş, doğrulanmış) bir hazine-i ebediyeye vermemek; ne kadar hilâf-ı akıl ve hikmet (akla ve hikmete aykırı) hareket ettiğini, ne kadar akıldan uzak düştüğünü, kendini âkıl (akıllı) zanneden adam anlamaz mı?” diyerek de, gayet muknî bir misâl veriyor.

Ve Dördüncü Söz’ün, namaz bahsinin sonunu şöyle bağlıyor Üstad: “Halbuki namazda ruhun ve kalbin ve aklın büyük bir rahatı vardır. Hem cisme de o kadar ağır bir iş değildir. Hem namaz kılanın diğer mübah dünyevî amelleri, güzel bir niyet ile ibâdet hükmünü alır. Bu sûrette bütün sermaye-i ömrünü, âhirete mal edebilir. Fâni ömrünü, bir cihette ibka eder.“

Gerçekten de, namaz kıldığı zaman insanın ruhu da, kalbi de, aklı da rahatlıyor. Meselâ, namaz vakti geçmeye başlayınca bizi hafakanlar basar. Ne zaman kılarsak o zaman büyük bir rahatlık hissederiz. (Onun için, özellikle kış namazlarında buna dikkat etmek lâzım. Araları çok yakın olan öğle, ikindi ve akşam namazlarının vaktinin geçme ihtimali—eğer dikkat edilmezse—daha yüksektir.) Cismimize de, vücudumuza da bir ağırlığı yoktur namazın. Hani eskilerin tabiriyle taş taşımıyoruz ki. Gelelim, ”…Hem namaz kılanın diğer mübah dünyevî amelleri, güzel bir niyet ile ibâdet hükmünü alır. Bu sûrette bütün sermaye-i ömrünü, âhirete mal edebilir. Fâni ömrünü, bir cihette ibka eder…“ kısmına. Bazılarına “Namaz kıl“ dediğimizde, “Çalışmak da bir ibadet ya, çoluk-çocuğun nafakası için çalışıyorum“ falan gibi mazeretler öne sürüyor… İşte burada Üstad onu da ifade ediyor; çalışmanın da, sair mübah, normal işlerimizin de ibadet hükmüne geçeceğini söylüyor ama nasıl? Oradaki şart; ‘namaz kılmak’tır. Yani düşünün, bir kaptaki sütü yoğurt yapmanın şartı, illâ bir kaşık yoğurt mayası koymaktır. O maya olmadan, süt yoğurt olmaz. İşte onun gibi, namaz mayasını koyarsak günlük hayatımıza, o zaman bırakın çalışmayı, uykumuz bile, güzel bir niyetle ibadet hükmünü alabilir. Bu şekilde, bütün ömür dakikalarımızı ahiret hesabına geçirebiliriz. Geçici, hem de çok çabuk geçici ömrümüzü, bir cihette ebedî, ölümsüz yapabiliriz.

Dipnotlar:
* Buradaki ‘birincilerinden’ tâbirini, Üstadın Ramazan Risalesi’ndeki bir tesbitinden dolayı söylüyoruz. Gerçekten İslâm’ın beş şartının hepsini herkes yerine getiremiyor. Mal ile yapılan zekât ve hac ibadetini herkes yapamayabiliyor meselâ. Dolayısıyla; Kelime-i şahadet, namaz ve oruç, herkesin yapabildiği ibadetlerden olduğundan, erkân-ı hamse-i İslâmiyenin (İslâmın beş şartının) birincilerindendir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*