Dört partiden iki partiye

Bediüzzaman’ın dört parti tahlilini dikkatle okuduğumuzda, netice olarak konuyu, bir tarafında devlet ve bürokrasiye yaslanan CHP tarzı bir partiyle, onun karşısında millete dayanan DP gibi bir partinin yer aldığı iki partili bir yapıya bağladığını görürüz.
(Bu mektup Emirdağ Lâhikası, s. 746-9’da.)

Aynı mektupta bahsettiği diğer iki partiden İttihad-ı İslâm Partisine, gerçekte mevcut olmayan, ama mutasavver ve potansiyel bir oluşum olarak değinip, iktidar olma şart ve engelini zikrettikten sonra, konuya CHP ile devam ediyor.
Şart: Yüzde 60-70’in tam dindar olması.
Engel: Bu şart oluşsa bile, “çok zamandan beri terbiye-i İslâmiyenin zedelenmesiyle ve şimdiki siyasetin cinayetine karşı dini siyasete alet etmeye mecbur olacağından,” başa geçmesi sakıncalı.
CHP’ye gelince: Gücünü bürokrasideki hakimiyetinden aldığı için, “bir cihette demokratlara galip hükmünde.” Milletten iktidar olmasına yetecek oy alamamanın eksiğini de öyle kapatıyor.
Terazinin diğer kefesinde ise DP var. Ama bu partinin yegâne dayanağı olan milletten aldığı oy, gerçek anlamda iktidar olmasına yetmiyor.
İhtilâller, sürece yayılan müdahaleler, darbe ürünü anayasalarla kurulan düzenin bürokratik oligarşi olarak ifade edilen yapıyı tahkim edip pekiştirmesi, bu gerçeğin tezahür ve yansımaları.
Siyaset terazisinin CHP kefesini ağır bastıran bu olguya karşı DP’yi güçlendirebilecek konumdaki faktör, dördüncü parti olan Millet Partisi.
Bu partinin, ittihad-ı İslâmdaki İslâm milliyetini esas alıyorsa “demokratın mânâsında” ve “demokrata iltihak etmeye mecbur” olduğunu ifade eden Said Nursî, bir başka mektubunda da “Eğer bu partide sırf İslâmiyet esas olsa, DP’ye yardım ettiği gibi, muhalif ve muarız olmayarak, iktidara gelmeye çalışmaz” diyor (a.g.e., s. 813).
MP’nin bu tavsiyeyi dinlemeyip bizzat iktidara gelmeye çalışması ve gelmesi halinde ise, ülkenin etnik eksendeki ayrışma, kutuplaşma ve gerginliklere sahne olacağı uyarısında bulunuyor.
Bediüzzaman’ın MP için yaptığı tahlillerde, bu partiyi ağırlıklı olarak milliyetçilik ideolojisi ile tanımlayıp o şekilde değerlendirdiği görülüyor.
Bu ideolojide ırkçı ve Türkçü yaklaşım öne çıkıp ağır bastığı takdirde, sözünü ettiği çatışma ortamının doğacağını belirtiyor. Ve bu riskin, MP’nin farklı ve daha “light” versiyonları için de geçerli olduğu, yaşadığımız tecrübelerle sabit.
Hattâ sekiz buçuk yıllık AKP iktidarı ile geldiğimiz noktada karşı karşıya olunan ayrışma ve kutuplaşma ortamı dahi bunun örneklerinden.
“Demokratik açılım” gibi, haddizatında bu ülkede yaşayan herkesin benimseyip sahip çıkması gereken bir projenin bile, tam tersine giderek gerginleşen bir kutuplaşmanın odağı haline getirilmiş olmasını başka türlü nasıl izah edebiliriz?
“10 yaşında yeni bir parti olarak AKP’nin, 50’li yıllardaki MP ile nasıl bir ilgisi olabilir?” denirse:
AKP’nin kurucu kadrolarının, kökü bir yönüyle MP’ye dayanan millî görüş çizgisinden geliyor olmaları, bu bağı kurmayı mümkün kılıyor.
Parti vitrininde ve içinde, demokrat misyon başta olmak üzere diğer siyasî kökenlerden gelen isimlerin de varlığı, bu olguyu değiştirmiyor.
12 Eylül sonrası kurulan ANAP’ta da aynı durum söz konusuydu. Bu partinin lideri Özal, bir ara MSP’den aday olacak kadar bu çizgiye yakındı, kurmay kadrosunda da böyle isimler vardı.
12 Eylül’de de, 28 Şubat’ta da aynı strateji uygulandı: MP’nin farklı versiyonlarını demokrat taban üzerine inşa projeleri yürürlüğe konuldu.
Siyasette yaşanan ve giderek kronikleşen tıkanıklık ve gerilimlerin altındaki en önemli sebeplerden biri bu. Çünkü bu yapılanlarla, siyasetin kendi mecrasında gelişmesine imkân verilmiyor.
Halbuki DP çizgisi onar yıllık aralarla yapılan darbelerle kesintiye uğratılmasa ve MP çizgisi de ona karşı kullanılmayıp, tam tersine DP geleneğine güç verecek şekilde yönlendirilmiş olsa idi, Türkiye bugün çok daha iyi bir yerde olurdu.
Demokraside de, siyasette de, ekonomide de.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*