Dost çehreli sinsî tehlike

Türkiye’de hemen her siyasî hareketin maziyle, geçmişle bir kök, bir misyon bağlantısı vardır.

Hele, tek başına iktidara gelebilecek durumdaysa, kök bağlantısı da aynı oranda güçlü demektir.

Bunun gizlenmeye çalışılması ise, kazanamama korkusundan, ya da saman altında su yürütmekten başka bir mânâya gelmez. Böyle bir siyaset, arkadan çevirmeyle iş gördüğü kanaatini doğurur.

* * *
O dönemi en iyi bilenlerden bir kardeşiniz olarak açıkça ifade etmek istiyorum ki: Bugünkü iktidar partisinin siyasî damarı 1948’de Mareşal Fevzi Paşanın fahrî başkanlığında kurulan Millet Partisinin “dindar versiyonu”na gidip dayanıyor.

Bu noktada, zihnimde en ufak bir şüphe, tereddüde dahi yer yok.

Nitekim, çeşitli vesilelerle geçmişten (Şeyh Said, Dersim, Demokrat Parti…) söz eden Sayın Erdoğan, o dönemde işlenen bütün günah ve sorumluluğu sadece ve sadece İsmet Paşaya yükleme cihetini tercih etti.

Oysa, 1950’den önceki bütün icraatlardaki sorumluluk, birinci derecede M. Kemal, üçüncü derecede ise Fevzi Paşaya ait.

Kaldı ki, İsmet Paşa, 1937-38 Dersim Harekâtının ikinci safhasında yok. Siyasetin dışına itilmiş. Fevzi Paşa ise, harekâtın başından sonuna kadar sahada olup, yaşanan katliâmın tamamından sorumludur. Hatta, hasbel kader kurtulabilen Dersimli çocukların da subaylar arasında paylaşılarak götürülmesi, dahası asimile edilmeye çalışılması teklifinde bulunuyor.

Ama, siz gelin görün ki, böyle üçüncü rükün seviyesindeki şahısa, iktidar cenahında şimdiye kadar en ufak bir eleştiri dahi gelmedi.

Böylesi bir yaklaşım tarzı, vicdan ve mantık terazisinin bozulduğunu gösterir. Başka bir şey değil.

Daima seyirci kaldı

Üstad Bediüzzaman’ın Tarihçe-i Hayatı isimli eserinin Burdur (1926) safhasında devlet erkânı ve Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşanın ismi de geçiyor.

İlgili bahiste şu  ifadeler yer alıyor:

Bediüzzaman Said Nursî Burdur’da iken, bir gün o zamanın Erkân-ı Harbiye-i Umûmiye Reisi Mareşal Fevzi Çakmak Burdur’a geliyor. Vali, Mareşale “Said Nursî hükûmete itaat etmiyor; gelenlere dînî dersler veriyor” diye, şekvâda bulunuyor. Mareşal Fevzi Çakmak, Bediüzzaman’ın ne kadar dahî ve ne kadar manevî büyük ve müstakîm bir zat olduğunu bildiği için, diyor ki: “Bediüzzaman’dan zarar gelmez; ilişmeyiniz, hürmet ediniz.” (Tarihçe-i Hayat, s. 136)

Evet, Fevzi Paşa bunları söylüyor: “Ondan zarar gelmez, ilişmeyin…”

Peki, ya sonrası?

Kısa bir müddet sonra Burdur’dan Isparta’ya ve sırasıyla Barla, Isparta, Eskişehir, Kastamonu, Denizli ve Afyon’a keyfi ve küfrî şekilde hapis, sürgün, zindan, zehirlenme muamelesine tâbi tutulan Üstad Bediüzzaman için, hiç kılını dahi kıpırdattı mı? Ona hayatı zindan edenlere en küçük bir müdahalede bulundu mu? Müdahaleyi bırakın, hiç lâf söyledi mi?

Tamam, “İlişmeyin” dedi. Sadece o kadar. Peki, ilişenlere karşı ne yaptı? Kocaman bir HİÇ!

Demek ki, “Bediüzzaman’a ilişmeyin” demek, madalyonun bir yüzüdür. Öteki yüzünü de mutlaka görmek, analiz etmek lâzım.

Evet, Üstad Bediüzzaman yapılan ve dünya tarihinde ikinci benzeri olmayan bir eşedd-i zulüm ve istibdat hareketi karşısında Fevzi Paşanın müsbet hiçbir rolü, hiçbir faaliyeti görünmüyor.

Dahası, 22 yıllık Başkomutanlık makamında iken dine ve dindarlara hiçbir faydası dokunmayan Paşa, aktif siyasete adım attıktan sonra da ilk işi Demokrat Partiyi bölüp parçalamak olmuştur.

Başında bulunduğu siyasetin en dinamik neşriyatı, Necip Fazıl’lı Büyük Doğu ve Eşref Edib’li Sebilürreşad mecmualarıdır.

Üstad Bediüzzaman, onların bu siyasî fikirlerinden daima uzak durmuş ve talebelerini de bu cihette sakındırmaya çalışmış. Zira, Nurlara ve Nur Talebelerine en sinsî tehlike ve zarar, bu cenahtan geliyor.

Tıpkı, kurt gibi gövdenin içine girerler. Kanımızı emip can damarımızı—üstelik, başkasının nâm-ı hesabına—koparmaya çalışırlar.

Keza, tıpkı “sapı bizden” balta gibidirler. Gayet haşin bir şekilde sağa sola savurmaya yeltenirler.

İşte, mukavemetin en zor olduğu cephe budur. Çok sinsidir. Ama, yine de aşılmaz bir engel değil.

Meşakkate alışkınız

Düşünün ki, Risâle-i Nurlar, 60 yıldır tıkır tıkır basılıyor ve her tarafa neşrediliyor. (Kesinti, ilk defa oluyor.)

Ceberrut iktidarlar, darbe yönetimleri, ara ve kara rejim dönemlerinde bile, bu eserler bir şekilde neşredildi.

Bundan sonra da, hiç şüphesiz neşredilmeye devam edecek.

Önemli bir fark şudur ki: Nur Talebeleri, Süfyaniyetin aldatıcı dindar versiyonunun art niyetli gizli plânlarıyla karşı karşıya gelmiş bulunuyor.

Ne yapalım, başa gelen çekilir. Biz de çeker ve meşrûiyet içinde mücadelemizi yaparız.

Son bir hatırlatma: Nur Talebeleri, Süfyaniyetin hiçbir versiyonu karşısında mağlûp olmadılar, inşaallah olmayacaklar. Gayret ve meşakkat ise, hizmetin kalitesini, mücadelenin lezzetini ziyadeleştirir. O kadar.

@salihoglulatif’ten
Siyasî taassup ve tarafgirlikle basireti perdelenen kimseler, ne Risâlelere karşı yürütülen sinsî tehlikeyi görür, ne de isabetli bir tercihte bulunabilir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*