Dünya rahat yeri değil be kardeşim! Musîbet ve sabır

0090

Musîbet ve sabır! Biri zehir, biri panzehir. Sabır acı bir ilâç, tesirini yavaş gösterir, ama etkili bir ilâçtır. Musîbet ise sabır ilâcını kullananı terakkî ettirecek bir nimet iken, sabredemeyen için elim bir nikmettir.

Musîbete sabredenler az bulunur, hele bu zamanda… Ve bu sabır kahramanları da, topluma her halleri ile, özellikle de lisan-ı halleriyle örnek olan insanlarımızdır. Bir çoğumuz o sabır kahramanlarının o hallerinden manevî kuvvet alırken kendi derdimizi unuturuz. Benim gördüğüm, bildiğim iki tane sabır kahramanı ağabeyimizi anlatmak istedim sizlere. Zirâ bu sabır kahramanları; mal ile hısım, akraba ile emeklerinin boşa gitmesiyle vs, bir çok musîbete sabretmiş, imtihan olmuş ve inşaallah imtihanı kazananlardan olmuşlardır.

Bu imtihanı yaşayanlardan ilki, çok yakından tanıdığımız, her hafta derslerde beraber olduğumuz, sohbetlerinden, lisan-ı hâl ve lisan-ı kalinden istifade ettiğimiz bir Nur ağabeyimiz ve ailesiydi. (İsmini yazmamıza razı olmadığı için sadece başından geçenleri bir duâya vesile olur niyetiyle yazıyorum). Onun o imtihan sürecini yakından yakına görmek, aynelyakîn belki hakkalyakîn müşahede etmek bizleri de müteessir etmişti. Otuz yıllık emeklerinin gözler önünde gidişini izliyordu. Son bir umutla, gayretle çırpınıyor, fakat her bir çabanın—zahiren-–boşa çıkmasının, manen ahirete taalluk etmesinin imtihanını gün be gün görüp müşahede ediyordu. Bizler de aynı durumu müşahade ederken ağabeyimizin de elinden duâdan başka bir şey gelmiyor, sabırla tevekkülle imtihan zamanının geçmesini bekliyordu. Ağabeyimizle her konuşmamızda da “Cenâb-ı Hak bazen de mal ile kulunu imtihan eder, bizim ki de bir imtihan, Fecir Sûresi 15-16 . âyetlerdeki gibi ‘İnsan ise; Rabbi onu deneyip de kendisine ikramda bulunduğunda, ona bol bol nimetler verdiğinde, ‘Rabbim bana ikram etti’ der. Amma her ne zaman da imtihan edip rızkını daraltırsa o vakit de Rabbim bana ihanet etti’ der. Ben böyle demeyeceğim inşaallah, bu imtihanı kazanacağım” diyerek bizlere iman dersini veriyordu. Hz. Eyüb (as) gibi sabırla bekliyor, sabır noktasında dişini sıkıyor, ama dişi sıkarken de kimseye belli etmeden o acı sabır ilâcının tesirinden, gözünden de yaş geliyor, musîbetin, sıkıntının vakti gelince geçeceğini biliyordu. Ve İbrahim Hakkı Hz.’nin dediği gibi:

Hak şerleri hayreyler
Zannetme ki gayreyler
Ârif onu seyreyler
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Sen Hakk’a tevekkül kıl
Tefviz et ve rahat bul
Sabreyle ve razı ol
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler
diyerek teselli buluyor, sabrediyordu.

Onun o musîbet anındaki sabrı takdire şayandı. Çevresindeki eş, dost akraba için ise kara gün dostları olup olamama imtihanı başlamıştı.  Kimisi aman bizden uzak olsun diye selâmı sabahı kesmişti, kimi ise elinde imkân olduğu halde imkânını kullanmaktan çekinmekteydi.  Netice mi? Bakalım… İmtihanı hâlâ devam ediyor.

Rabbim isterse kişinin işini, demir tasa geçirir dişini,
Rabbim isterse kişinin işini, helva yerken kırar dişini.

İnşaallah hayırlar feth olacak, şerler def olacak ve bu değerli ağabeyimiz ve ailesi de imtihanı kazananlardan olacaklar. Demir tasa dişlerini geçirecekler. Mükâfatlarını hem bu dünyada hem de ahirette alacaklar. Ziyan olan malları da sadaka hükmüne geçecek.

Yine musîbet ânında sabredenlerden biri de Risale-i Nur’dan aldığı iman derslerini lisan-ı haliyle yaşayan Erzincanlı Nur kahramanlarından Ali Efe Ağabeyimizdi. Onun hikâyesi de 1992 senesinde başlıyor. Erzincan, bir teravih vakti müthiş bir sarsıntı ile sarsılıyor. Şehir yerle bir oluyor. Bir çok can kaybı yaşanıyor. Kimileri evlâdını, anasını-babasını, kimileri de malını mülkünü kaybediyor. O günlerde malını kaybedenlerden birisi de ağabeyimiz Ali Efe. Onu zaten bilen bilir. Kendisi züccaciye işi yapmaktadır. Depremde dükkânın bulunduğu bina yıkılır ve bütün sermayeyi sıfırlar. Deprem sabahı dükkânın başına gider ve dünün zengin esnafı bugün sermayeyi sıfırlamış cebindeki 100 liradan başka elinde hiçbir şey kalmamış depremzedesi. Yanına gelen Nur hizmetleri ile uğraşan Abdurrahman Ağabey teselli etmek ister. “Ağabey üzülme inşaallah sadaka yerine geçer, hakkımızdan hayırlısı” derken Ali Ağabey; Abdurrahman’ın kolundan tutar ve o can alıcı cümleler dilinden dökülür:

“Kardeşim, Allah dinimize imanımıza vatanımıza milletimize deprem vermesin. Yoksa bu hiç. Allah verdi, Allah aldı. Bizim imanımızda bir deprem olmasın, imanımız sarsılmasın.”

İşte bu sözleri rahatla oturduğu yerden söylemek çok kolay olur hepimiz için, ama o musîbetin ilk anında tam her şeyi tüketmişken söyleyebilmek işte Ali Ağabeyin Risale-i Nur’dan aldığı iman dersinin bir tezahürüdür.

İşte dünyanın rahat yeri olamadığını anlatan biri yaşanmış diğeri hâlâ yaşanmakta olan kıssadan hisse babında iki imtihan. Bizlere de tefekkür edip ibret alıp ağabeylerimize duâ etmek düşüyor. Allah yardımcıları olsun. Âmin.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*