Dünyayı sarıp, gönülleri fetheden Nur’un tulu ettiği belde: ISPARTA

Bugün nuru bütün dünyayı saran, her dinden ve dilden insanın gönlünü fetheden, uluslar arası sempozyumlara konu olan Risale-i Nur’un ilk zuhur ettiği belde Isparta, geçmişte olduğu gibi şimdi de “kahraman nur hadimleri”yle nur’u bütün dünyaya yaymaya devam ediyor.

Bugün Isparta Cami-i Kebîrinde “Bediüzzaman Mevlidi” okunuyor. Kur’ân’ın nuru Risale-i Nur’la kitab-ı kebir-i kâinatı okuyan Bediüzzaman’ın Nur Risalelerini ise bütün dünya okuyor.

Nur Risaleleri, dünyanın dört bir köşesinde, 100’ü aşkın ülkede 50’den fazla dile çevrilmiş okunuyor. Dünya radyo ve televizyonlarında, üniversite kürsülerinde okutuluyor, araştırılıyor, hakkında tezler hazırlanıyor. İlmî kongre, sempozyum, konferans, panel ve seminerlerde Risale-i Nur’daki Kur’ânî hakikatlerin şerh ve izahı yapılıyor.

Yüzlerce, binlerce hizmet merkezi, Barla’dan, Isparta’dan yükselen nuru aksettiriyor. İlâhî rahmet ve ihsan, mübârek Anadolu’ya, kahraman İslâm milletine “Isparta Nur Medresesi”nden yayılıyor…

“DÂVÂM!” HAYKIRIŞI İLK ISPARTA’DA MAKES BULMUŞTU

Bediüzzaman’ın yekpare taş Van Kalesinde ayağı kayıp düşerken haykırdığı ve hıfz-ı İlâhî ile hatırına kurtulduğu “Ah dâvâm!” haykırışının in’ikâsı, öncelikle Isparta ve havalisinde mâkes buluyor. Kur’ân’ın hakikî bir tefsiri ve Kur’ân hakikatlerinin delilleri olan Nur Risaleleri’nin yazılmasına Isparta ve havalisi mazhar oluyor.

Ve Horhor Medresesinden “Ey üç yüz seneden sonraki yüksek asrın arkasında gizlenmiş ve sâkitâne Nur’un sözünü dinleyen ve bir nazâr-ı hafî-i gaybî (ileride olacakları âdeta gören gizli bir bakış) ile bizi temâşâ eden Saidler, Hamzalar, Ömerler, Osmanlar, Tâhirler, Yusuflar, Ahmedler ve sâireler!.. Sizlere hitâb ediyorum. Başlarınızı kaldırınız, ‘Sadakte’ deyiniz. Ve böyle demek sizlere borç olsun…” çağrısına, evvelâ Isparta ve havalisinden “Lebbeyk!” cevabı Isparta ve havalisinden veriliyor. “Cennetâsâ bahar”ın başında ekilen “Nur tohumları” önce Isparta ve havalisi zemininde çiçek açmış; bütün Anadolu’ya, kıt’alara yayılıyor. (Münâzarât, 87-8)

Hakikat şudur ki, Ankara’dan ayrılıp Van’ın Erek Dağı’nda ıssız ve sessiz bir kilise harabesinde, beraberinde Molla Resûl ve Molla Hamid gibi “canlarını Üstad uğruna fedâ eden Eski Said talebeleri”yle, âlem-i İslâm’ın dertlerinin ıztıraplarını kalbinde hissedip, ruhuyla, kalbiyle münâcâtta bulunduğu ve “aradığı Kur’ân nur”una Bediüzzaman, Barla’da, Isparta ve havalisinde kavuşur. Burdur’da araladığı “Nur’un İlk Kapısı”na Barla’dan, Isparta ve havalisinden girer… “Kur’ân ve iman hakikatlariyle, tenvir ve irşad vazifesi”ne Risale-i Nur’la Barla’da başlar, Isparta ve havalisinde devam ettirir…

VAN’DAKİ KUR’ÂN DERSİNE BARLA VE ISPARTA’DA DEVAM EDER…

Van’da meşgul olduğu “ders-i hakaik-i Kur’âniye”ye sürgün neticesi Burdur’dan sonra Isparta’da devam eden Bediüzzaman, Barla’ya götürülür. Kuş uçmaz, kervan geçmez karyede unutulması için… Şubat soğuğunda Isparta’dan Eğridir’e, oradan da yelkenli kırık bir kayıkla iki jandarma nezâretinde Barla nahiyesine sevk edilir. Eğridir’de, “Bediüzzaman’ı Barla’ya getiren jandarma” olarak nâm salan Gelendost ilçesinin Yenice Köyündeki jandarma Şevket Demiray, mülkî erkân ve jandarma kumandanından, “kırk-elli yaşlarında başında sarığı, sırtında çok kıymetli kumaştan elbisesi, bakışları heybetli bir zât olan ‘Hoca Efendi’yi alıp Barla’ya götürme” emrini alır. “Bu zât Bediüzzaman Said Nursî’dir. Vazifen çok mühimdir. Oraya karakola teslim edince, evrakları imzalatır, durumu buraya bildirirsin!” diye vazife verirler.

“Hoca Efendi”ye yolda “Hocam, sen benim atamsın, kusura bakma, ne yapalım vazifedir” diye özür diler. Sonra iskeleye gelirler. “Aziz kardeşlerim” hitabındaki izzetle kayığın parasını da Bediüzzaman verir.

Kayığa binerken, eşya olarak elinde bir sepet, sepetin içinde çay demliği, birkaç bardak, bir seccâde, diğer elinde Kelâm-ı Kadim vardır. Kayıkçı elinde bir sopayla yer yer tutan göldeki buzları kıra kıra ancak kayık ilerler. Bediüzzaman kayığın yönünü kıbleye çevirterek ikindi namazını kılar. Tekbir alışı, heybet ve haşmet karşısında kayıktakiler ürperirler. Yolda kayıkçıya, jandarmalara ve iki yolcuya iskelede aldığı kuru üzüm ve Şark işi pestil ikram eder. Son derece sâkin ve mutedildir. Etrafı, daha sonra tesbihat ve tefekkür yeri seçeceği dağları, Çam Dağını ve “Barla Denizi” dediği gölü seyreder…

İki saatlik kayıkla yolculuktan sonra, Barla iskelesine varırlar. İskelede kayıkçının tüfekle keklikleri avlamasına, “Şimdi bahar yakındır, bunların yavrulama mevsimidir, yazıktır, vazgeçin bu işten” diye ateş etmelerine mâni olur. Yavaş yavaş bayırı çıkarak bir saatte Barla’ya varırlarken göl kenarından havalanan keklikler Barla’ya kadar üzerlerinden ayrılmaz, başları üstünde tâkip eder, dolanıp dururlar… (A.g.e., 279-280)

ISPARTA-BARLA YOLUNDAKİ DERS…

Şu hakikate bakın ki; hayatında tahakküme boyun eğmeyen; Otuz Bir Mart Hadisesinde sekiz taburu bir nutukla itaate getiren, Divân-ı Harb-i Örfi’de (Sıkıyönetim Mahkemesinde) pencereden on beş kişinin idam edildiğini gösteren mahkeme reisi paşanın ve diğer paşaların suallerine beş para ehemmiyet vermeyerek, “Meşrûtiyet, bir fırkanın istibdadından ibâret ise bütün cin ve ins şâhid olsun ki ben mürteciyim. Şeriatın bir hakikatine bin ruhum olsa fedâ etmeye hazırım!” diye mukabelede bulunup îdâmını beklerken beraat aldığı mahkemeden ayrılırken “Zâlimler için yaşasın Cehennem!” diye yolda haykıran; Erzurum’da, Pasinler’de, avcı hattında at sırtında Ruslara karşı savaşan, iki bin talebe ve fedâisi “keçe külâhlılar”ın başında Van’da, Bitlis’te, Gevaş’ta Gönüllü Alay Kumandanı olarak Ruslara ve Ermenilere karşı çarpışan ve düştüğü esârette Rus orduları başkumandanına ayağa kalkmayan; İstanbul’u işgal eden İngilizlere karşı Hutûvat-ı Sitte adlı eserini tab ettirip dağıtarak işgal kuvvetleri komutanının dehşetli plânını kırıp îdam tehdidine karşı geri çekilmeyen; Dârü’l-Hikmeti’l-İslâmiye azâsı iken İngiliz Anglikan Kilisesinin altı suallerine altıyüz kelime cevap istemelerine karşı, “Altı yüz kelime ile değil, altı kelime ile değil, belki (bilâkis) bir tükrükle cevap veriyorum. Çünkü o devlet, işte görüyorsunuz; ayağını boğazımıza bastığı bir dakikada, onun papası mağrurâne üstümüze sual sormasına karşı, yüzüne tükürmek lâzım geliyor. Tükürün o ehl-i zulmün o merhametsiz yüzüne!..” diyen; ve Ankara’da Divân-ı Riyaset’te 40-50 mebusun huzurunda M. Kemal’e hiddetle, “Paşa, Paşa! İmandan sonra en yüksek hakikat namazdır, namaz kılmayan hâindir, hâinin hükmü merduttur” mukabelesinde bulunan Bediüzzaman, “yeni dönem”de Kur’ân’dan aldığı dersle dahilde “müsbet hareket etmek, menfi hareket etmemek ve vazife-i İlâhiyeye karışmamak”, “rızâyı İlâhiye göre sırf hizmet-i imâniyeyi yapmak” hakikati için, Isparta-Barla yolunda iki jandarmanın tarassutuna ve nezâretine râzı olur. (Tarihçe-i Hayat, 498; Emirdağ Lâhikası, 455-6)

Ve tavır, dahilde ve hâriçte olup bitenlere verilecek mühim bir derstir. İşte bu Kur’ânî “müsbet hareket” ve “mânevî tahribata karşı mânevî cihad” dersinin mânâsı ilk olarak Barla’da, Isparta ve havalisinde, Anadolu’nun muhtelif yerlerindeki mahkemelerde tahakkuk eder. “Son ders ve vasiyet” olarak vaaz ettiği ve bütün hayatı boyunca bu dersin mânâsını yaşar, yaşatır…

ISPARTA’NIN KIYMETİ, “ISPARTA KAHRAMANLARI”NDAN…

Bu dersin mânâsıyla, “Nur’un ilk medresesi Isparta”nın değeri “Isparta kahramanları”nın hârika sadâkatlerindedir. Cihanpesendâne (âlemce övülen) Nur hizmetinin esasına bağlılıklarıdır. Bu metânetin birinci sebebi, kuvvet-i imâniye ve ihlâs hasletidir. (Tarihçe-i Hayat, 263)

“Omuz omuza gelen Isparta ve civarı umum kardeşlerin himmetlerini birleştirmeleri”; hayatı ve cihânı sarsan hâdiseler karşısında izzetle, sabırla, sebâtla durup sarsılmamalarıdır. Gündelik, dünyevî heveslere kapılmadan gelip geçici rüzgârlara kapılmamalarıdır.  

“Isparta ve havalisi kahramanlarının çelik gibi bir metânet göstermeleriyle, sair yerlerin de kuvve-i mâneviyelerini takviye etmeleridir.” Maddî ve mânevî tazyiklere, sıkıntılara karşı, Risâle-i Nur’daki düsturlara, esaslara “sarsılmaz sadâkatleri ve kırılmaz metânetleridir.”

“Isparta kahramanları”nın başında, “gizli düşmanların zehirlediği Üstadının yerine ve bedeline hapiste Meyve Risalesi’ni kemâl-i aşkla yazarken ve okurken vefât edip berzâh âlemine seyahat eyleyen, kabirde suâl meleklerine mahkemedeki gibi Meyve Risalesi’yle cevap veren” fedakâr İslâmköylü Hâfız Ali (Ergün) gelir.

Bunun içindir ki Bediüzzaman, Hâfız Ali’nin vefâtını, “Meyve Risalesi’nin hakikatini ilmelyakîn ile bilen kahraman kardeşimiz, aynelyakîn ve hakkalyakîn makâmına çıkmak için kabre cesedini bırakıp melekler gibi yıldızlarda, âlem-i ervahta seyahate gitti ve tam vazifesini yapıp terhisle istirahata çekildi” diye haber verir. “Nurun şehid kahramanı”, “büyük şehid”, “Nur fabrikasının sâhibi”, “Risale-i Nur’un faal merkezi”, “Risale-i Nur’un mühim bir rüknü” olarak takdir eder.

“Isparta kahramanları”;

“Dininde ve dünyasında muvaffakiyetli âhiret kardeşi, ‘yüksek ruh sahibi” Barlalı Mustafa Çavuş’tur.

“Ya Rabbi, Üstadıma ve Risale-i Nur’a zarar gelmemesi için ruhumu al!” niyâzında bulunup mahkemede şehid olan “İstikamet şehidi” Binbaşı Âsım (Önerdem) Bey’dir.

“Sadâkatle beraber esaslı bir ihlâsı taşıyan” Sıddık Süleyman (Kervancı)’dır.

Lâhikalarda, “Risale-i Nur’un çok eski ve çok sâdık ve çok fedakâr bir şakirdi”, “Risale-i Nur hakkında gayet tatlı ve güzel ve mutâbık tavsifi içinde, samimî ihlâsından ve kanaatinden geldiği cihetle bizce gâyet parlak ve edîbâne düşmüş” diye kaydettiği, “Risale-i Nur’un mühim ve sebatkâr ve daimî bir rüknü” târifine mazhar olan Milâslı Halil İbrahim (Çöllüoğlu)’dur.

“Hüsrev, çoktandır bir talebe arıyorum. O sen olsan gerek! İslâm âlemi bugün, büyük bir sarsıntı geçiriyor. Îmân kal’ası tehlikededir. Gel, beraber Kur’ân’a ve bu aziz milletin îmânına hizmet edelim!” dâvetini alan “Nur’un bir kahramanı” diye hizmete çağırdığı, kendi ifâdesiyle, “Risâle-i Nur şakirdlerinden’ Hüsrev Altınbaşak’tır…

HAFIZ ALİ’DEN BAYRAM YÜKSEL’E…

Bundandır ki Bediüzzaman, “Risâle-i Nur’un kahramanı Hüsrev, benim bedelime ölmek ve benim yerimde hasta olmak samimî ve ciddî istiyor” diye belirtir. İmân ve Kur’ân hizmetinde “daima kerâmetli, isâbetli ve fâideli ve çok yüksek fikri, her vakit Kur’ân hizmetinde kıymetdardır”, “Benim yerimde ve Nur’un şahs-ı mânevisinin çok ehemmiyetli mümessili” diye tahsin eder.

İbrahim Hulûsi (Yahyagil)’e, “Gayyûr, ciddî, hâlis ve muhlis âhiret kardeşim”, “Hâmiyetli arkadaşım, gayretli talebem, sevgili birâderzâdem”, “Aziz, sıddık, muhlis kardeşim ve iman hizmetinde sebatkâr metin arkadaşım”, “Aziz âhiret kardeşim ve hizmet-i Kur’ân’da gayretli arkadaşım ve ders-i esrâr-ı imânide zekâvetli ve ferâsetli talebem ve vefâtımdan sonra sadâkatli vârisim”, “Gayretli kardeş, hâmiyetli arkadaş, kahraman asker, çalışkan talebe, âlicenâb Müslüman, hakîkatli mü’min vasfına lâyık birâderzadem” diye hitap eder. “Nurlar Külliyatı’nın ekserisinde tam bir tariklik vazifesini deruhte eden”, “Hizmet-i Kur’âniye’nin mühim bir azâsı”, “Risale-i Nur’un gâyet ehemmiyetli bir şakirdi ve en birinci talebe ve muhatab olan ve nüket-i Kur’âniyeyi (Kur’ân’ın ince mânâlı sözlerini) takdir eden”, “Nurların nöbettarı”, “sebat, metânet ve ihlâsta birinci”, “Risale-i Nur’un birinci muhatabı” senâsında bulunur.

Afyon Hapishanesindeki teessürde el açıp, “Ya Rabbi! Yok mu bir talebem?’ diye Cenâb-ı Hakka iltica ettiğim zaman birden bana Tahirî gösterildi” diye işâret ettiği, “Nur fabrikası mensubu”, “O zaman seni bir veliy-yi azîm, bir kutup tahayyül ettim. Sonra baktım ki, sen istihdam olunuyorsun”, “…Yedi veli kuvvetindedir. Eğer makamını bilse dünyayı terk ederdi; bütün evliyalar ona nazar-ı gıbta ile bakıyorlar” diye takdirkârâne iltifatta bulunduğu, Nur hizmetinde müstesna sarsılmayan sadâkatı, aldanmayan zekâsı ve takvasıyla Tahirî Mutlu’yu takdir eder.

Üstadından, “Ya Erhamarrahimin, İsm-i Azâm hürmetine bu risaleyi yazan Bayram’ı, Cennetü’l-Firdevs’e ve saadet-i ebediyyeye mazhar eyle ve hizmet-i imâniye ve Kur’âniyede daima muvaffak eyle” duâsını alan, ömrünü Üstadına ve Risale-i Nur hizmetine adayan sâdık talebesi Bayram Yüksel’dir…

Bundandır ki, Bediüzzaman, “Isparta’daki umum Nur fabrikasının kahramanları”nın ve “Sav kahramanlarının sebât ve metânet ve ihlâsta birinciliği muhâfaza etmeleri”ni nûmune gösterir. “Isparta kahramanları”nın ve talebelerinin “kemâl-i sadâkat ve sebatları”nı takdirle hatırları için, Isparta’yı köyleriyle beraber duâsına dahil eder…

Yine bundandır ki içtimâî câzibeler karşısında Nurlardaki düsturları muhafazada, günübirlik nevzuhur cereyanlara kapılmamada Risâle-i Nur esaslarına bağlılıkta ve fedakârlıkta “Isparta ve havalisi kahramanları”nı misal verir. (Kastamonu Lâhikası, S. 155)

“ÜÇ CİHETLE ISPARTALIYIM…”

Bediüzzaman “Bir hakikattir” başlıklı mektubunda, “Isparta vilayetindeki kahramanlara benzemek ve arkadaş olmak isteyenlerin, tam onlar gibi olmasını” tavsiye edip, bütün câzibedâr ve celbkârâne dâvetlere müstağni kalan ve “Risâletü’n-Nur’un yüksek, kıymettar hizmet-i imaniyesine kanaat edip Risale-i Nur’u bırakmayan” Isparta kahramanlarını örnek gösterir. “Gâyet keskin kalb basiretiyle hakikatin mânâsını ve dakik sırrı anladıklarını” nazara verir. (Sikke-i Tasdik-i Gaybî, 40, Hizmet Rehberi, 118)

Bu hakikatle, Isparta’yı, “benim mübârek bir vatanım ve çok kıymettar kardeşlerimin dahi sevgili vatanları” olarak târif eder. “Isparta’yı ve havalisini, taşıyla, toprağıyla seviyorum” der.  “Evet, ben üç cihetle Ispartalı’yım. Gerçi tarihçe ispat edemiyorum; fakat kanaatim var ki, İsparit nahiyesinde dünyaya gelen Said’in aslı buradan gitmiş. Hem Isparta vilâyeti öyle hakikî kardeşleri bana vermiş ki; değil Abdülmecid ve Abdurrahman, belki Said’i onların herbirisine maalmemnuniye fedâ eylerim” diye “Isparta kahramanları”nın kadr-ü kıymetini kaydeder. (Kastamonu Lâhikası, 173; Şuâlar, 263; Tarihçe-i Hayat, 371)

“Maaliftihar, her cihetle Ispartalıyım. Isparta taşıyla, toprağıyla benim nazarımda mübârektir, benim vatanımdır ve herbiri yüze mukabil, yüzer ve binler hakikî kardeşlerimin meskat-ı re’sleridir (doğum yerleridir)” diye yazar.

“Isparta’da o kadar hakikî kardeşlerim ve akariblerim var ki, meskat-ı re’sim (doğum yerim) olan Nurs karyesine (köyüne) pek çok cihetlerle tercih ediyorum. Ve büyük Isparta’nın bir küçük evlâdı hükmünde olan Isparit nahiyemize, büyük Isparta’nın birtek köyünü tercih ediyorum. O kadar halis, kahraman kardeşleri bana veren Isparta, taşı da, toprağı da bana ve belki Anadolu’ya mübârek olmuş” tavsifini yapar. (Kastamonu Lâhikası, 197)

Ve bu hakikatledir ki, “Cenâb-ı Hak kemâl-i merhametinden, Isparta’yı o Medresetü’z-Zehra hükmüne getirdi. Ve nahiyemiz olan küçücük Isparta’nın mahdut akraba ve ahbap yerine mübârek Isparta vilayetini verip binler kardeşi ihsan eyledi. Belki muhtemeldir ki, o küçük Isparta’nın aslı, bu büyük Isparta’dan gitmiş. Benim vatan-i aslim, o Isparta olmak câizdir. Hatta Ispartalı kim olursa olsun, başkalara nispeten benimle ve Risale-i Nur’la fazla alâkadar görüyorum” beyânında bulunur.

Sahabe misâl “saff-ı evvel” Isparta Nur Talebeleri için, “Cenâb-ı Hakk’a şükür ki, onlardan ümit ettiğim kemal-i sadâkat ve sebât devam ediyor” şükranını izhar eder.

“Şimdi tahakkuk etti ki; Isparta nûranileri, nurlu mânevî duâları, bizi de o rahmetten hissedar eyledi” beyânı da; Isparta’nın, Risale-i Nur’a iştiyakının neticesine karşı “merdâne taahhütleri” de; “aslanlar yatağı olan Isparta ve havalisi” ve “hakîkatperest kardeşlerimin memleketi olan Isparta havalisi” övgüleri ve rahmet niyâzları da bu saikledir. (Kastamonu Lâhikası, 185, 160, 193)

DUÂ HAK NEZDİNDE KABUL OLUR…

Bunun içindir ki, “millet-i İslâmiyenin, husûsan Anadolu halkının başına gelen dehşetli dalâlet ve dinsizlik cereyanına karşı, Kur’ân’dan gelen hidâyet nûrunun, saadet güneşinin tulû ettiği (doğduğu) belde” Barla, ehl-i îmanın mânevî imdadına gönderilen Risale-i Nur Külliyatı’nın te’lif edilmeye başlandığı ilk merkezdir.

Bunun içindir ki, Isparta ve havalisi, “Risale-i Nur’un en ziyade intişar ettiği mahal”dir. “Rahmet-i İlâhiyenin ve ihsan-ı Rabbanînin bu mübârek Anadolu hakkında, bu kahraman İslâm milletinin evlâtları ve âlem-i İslâm hakkında, hayat ve ebedî saadetlerinin medârı olan eserlerin lemean ettiği (parıldadığı) bahtiyar diyardır.” (Tarihçe-i Hayat, 136-7)

“İslâm milletinin ve husûsan Anadolu halkının başına gelen dehşetli bir dalâlet ve dinsizlik cereyanına karşı, İlâhî rahmet ve ihsan, mübârek Anadolu’ya, kahraman İslâm milletine ‘Isparta Nur Medresesi’nden neşredilir.

Bunun içindir ki Bediüzzaman’ın, “Isparta’dan neşredilen Nur tohumları” için “İnşâallah hem Anadolu’ya hem âlem-i İslâma birer rahmete mazhar olur, sümbül verir. Hem gıda, hem ziya, hem devâ olup mânevî galâ ve vebâ ve zulmü ve zulmeti dağıtır” duâsı Hak nezdinde kabul görür. (Kastamonu Lâhikası, 197)

BİNLER TEBRİK VE TEBCİL…

Elhâk; Isparta ve havalisi kahramanları demir gibi bir metânet göstermesiyle, hüsn-ü misâl oldular. Bediüzzaman’ın beyânıyla, “Bu zamanda, hususan bu sıralarda, tam bir metânet ve tesânüd ve dikkate muhtaç Nur Talebeleri, “Isparta kahramanları”nı hüsn-ü misâl alıp maddî ve mânevî saptırmalara karşı metin duruşla sabır ve sebâta örnek oldular…

“Acele etti, kışta geldi”; cefâ-ezâ çekti; ama “cennetâsâ bir baharı” hediye etti. Nur ve Gül fabrikasının nescettiği gül rayihalı Risalelerden neşredilen hakikatler, hâle hâle yeryüzünü büyük bir dershane-i nuriye gülistanına çevirmiş; dershanelerden, derslerden renk renk, desen desen “Isparta gülleri” açmış, Isparta’dan neşredilen Nurlar, Şark’tan Garb’a bütün Anadolu’yu, İslâm âlemini ve insanlığı nurlandırıyor.

Ve bugün, Bediüzzaman’ın “iki jandarma” refakatinde geldiği Barla’ya çıkan bayırda, binlerce-yüzbinlerce Nur talebesi yola revân oluyor. Bediüzzaman’ın geçtiği Isparta’dan, Barla’dan yeryüzündeki yüzlerce, binlerce hizmet merkezi arasında mânevî mesajlarla mekik dokuyor…

Binler tebrik ve tebcil, “Isparta kahramanları”nı hüsn-ü misâl seçip, Peygamberî (asm) müjdeyle, “Ümmetimden bir tâife gelecek, tâ kıyamete kadar hak üzere sebâtla gâlibâne devâm edecektir” hadisinin hakikatine mazhar olanlara; ve ne mutlu bu nur ile nurlananlara…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*