Düşünce Ufku

“Kastamonu’da lise talebelerinden bir kısmı yanıma geldiler. “Bize Hâlıkımızı tanıttır; muallimlerimiz Allah’tan bahsetmiyorlar” dediler. Ben dedim: Sizin okuduğunuz fenlerden her fen, kendi lisan-ı mahsusuyla mütemadiyen Allah’tan bahsedip Hâlıkı tanıttırıyorlar. Muallimleri değil, onları dinleyiniz.”

 

1940’lı yıllarda Kastamonu’da sürgün hayatı yaşarken yanına gelen lise talebelerine bunları söylemişti Bediüzzaman. Ve devamında her bilim dalının nasıl Allah’tan bahsedip Yaratıcıyı tanıttığını misalleriyle izah ediyordu.

1943 yılında talebeleriyle birlikte girdiği Denizli Hapsinde, bu talebelere verdiği cevapları ve imana dair başka mevzuları ihtiva eden Meyve Risâlesi’ni telif etmişti.

Bediüzzaman, 1952’de Eşref Edip’in kendisiyle yaptığı bir röportajda, dünyanın gidişatıyla alâkalı çok önemli bir tesbitte bulunmuştu. Bu tesbit, Kastamonu’da kendisiyle görüşen ve Yaratıcı’dan bahsetmesini isteyen öğrencilerin isteklerinin arka planı hakkında ipucu verirken, Bediüzzaman’ın dâvâsının mahiyetini özetliyordu:

Dünya, büyük bir mânevî buhran geçiriyor. Mânevî temelleri sarsılan garp cemiyeti içinde doğan bir hastalık, bir veba, bir tâun felâketi, gittikçe yeryüzüne dağılıyor.

“Bu müthiş sârî illete karşı İslâm cemiyeti ne gibi çarelerle karşı koyacak? Garbın çürümüş, kokmuş, tefessüh etmiş, bâtıl formülleriyle mi? Yoksa İslâm cemiyetinin terütaze iman esaslarıyla mı? Büyük kafaları gaflet içinde görüyorum. İman kalesini, küfrün çürük direkleri tutamaz. Onun için, ben yalnız iman üzerine mesaimi teksif etmiş bulunuyorum.”

Buhranlar, bunalımlar, krizler, insanlığı felâkete götüren ideolojiler, fikir akımları… Komünizm, sosyalizm, kapitalizm, satanizm … Vahy-i semavîyi dinlemeyen, dinsiz felsefeyi esas alan Batı toplumu (Bediüzzaman Said Nursî’nin ifadesiyle İkinci Avrupa) içinden çıkan beşerî akımların tamamı insanlığa refah ve huzur vaad etmişler, fakat tam aksine sıkıntı ve gözyaşı getirmişlerdir. İki dünya savaşı, dünyanın dört bir tarafında yaşanan çatışmalar, ekolojik dengenin bozulması, bütün dünyayı tehdit eden nükleer tehlike, soykırımlar, cinayetler, intiharlar… Bütün bu olumsuzluklar, manevî buhranların birer yansıması değil mi?

Evet, Bediüzzaman’ın da ifade ettiği gibi, İslâm cemiyetini ve daha geniş bir dairede bütün insanlığı bu vebadan kurtaracak yegâne çare “iman esasları”dır. İman esasları yayıldıkça, okundukça ve anlaşıldıkça, İslâm ve insanlık âlemi bu hastalıktan kurtulacaktır.

Dünya hayatının akıl ve kalbi sıkan mengeneleri arasından kurtulmak… Günlük hayatın ruhu sersemleten koşuşturmacasından, sıyrılıp “varoluş hakikati” üzerinde düşünmek:

Ben kimim? Nereden geldim? Nereye gidiyorum? Bu dünyada işim ne? Bu muhteşem âlem kim tarafından ve niçin yaratıldı?

Bütün bu soruların cevaplarını düşünmek, bulduğu cevaplar çerçevesinde hayatını tanzim etmek.

“Eşref-i mahlûkat” olarak yaratılan insanın, insaniyete lâyık bir kıymeti kazanması ancak bu şekilde olabilir. İnsanın, “halife-i arz” makamını temsil edebilmesi buna bağlıdır.

Bunun yolu ise ilim tahsilinden, yani okumaktan ve öğrenmekden geçiyor. Hem din ilimlerini, hem de fen bilimlerini… İlim ve teknolojinin sınırları zorladığı günümüzde, sadece din ilimleri yetmiyor ya da tek başına fen bilimleri. Birinin yokluğunda vesvese ve şüpheler, diğerinin yokluğunda taassup insanı kuşatıyor. Din ve fen ilimleri birbirine aykırı değil. Din, kelâm sıfatından gelen Kur’ân âyetlerini bize ders verirken; fen bilimleri kâinat kitabındaki yaratılışa dair âyetlerin tefsirini yapıyor.

***

Kur’ân âyetlerini asrın idrakine uygun şekilde tefsir eden Risâle-i Nur’u okuyarak marifetullahta mertebe katedip düşünce ufkunu genişletenler, insanlığı cenderesine alan sorunların çözümüne katkı sağlayacak eserleri telif etmeye devam ediyorlar.

Sami Cebeci’nin yeni kitabı Düşünce Ufku önümüzdeki günlerde Yeni Asya Neşriyat yayınları arasında çıkıyor.

Yaklaşık dört bölümden oluşan 180 sayfalık kitapta; galaksiler, yıldızlar, sistemler, gezegenler, dünyamız, yeryüzü, çöller, canlılar, insan, organlar ve duygular, moleküller, atomlar… Hülâsa, yazar bizleri makro âlemden mikro âleme bir tefekkür seyahatine çıkarıyor. Gördüğümüz ya da varlığından haberdar olduğumuz şeyler üzerindeki tevhid delillerini, fen bilimlerinin verileriyle nazara vermeye çalışıyor.

Kısaca, Cebeci, Meyve Risâlesi, hususan 6. ve 7. Meseleleri ekseninde, bizleri kâinat kitabını okumaya dâvet ediyor. Yaratıcının varlık ve birliğine dair tevhid delilleri üzerinde tefekkür etmeye çağırıyor.

Düşünce Ufku ile yapmaya çalıştığı şey aslında bir anlamda bu: Düşünce ufkunda ileriye doğru bir adım atma çabası…

Yeni kitap tanıtımlarında görüşmek üzere hoşçakalın.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*