Ebu Cafer Abdullah Me´mun (786-833)

Abbasi Devletinin önde gelen halifelerinden biridir. Asıl adı Abdullah’tır. Künyesi Ebu Cafer’dir. Halife olmak için taht kavgası vermiş, kardeşini yendikten sonra halife olmuştur. Halifeliği boyunca birçok ayaklanma ve iç karışıklık meydana gelmiştir. Tüm karışıklıkların üstesinden gelmiş ve devletine en parlak dönemlerinden birini yaşatmıştır. İlme ve ilim adamlarına büyük değer vermiştir. Ancak, savunduğu ve inandığı ilmi değerleri zor kullanmak suretiyle ülkenin tamamında uygulatmaya kalkışması önemli hatalarından birini teşkil etmiştir. Daha önceden başlanılan Yunan eserlerini tercüme faaliyeti bu dönemde hız kazanmıştır. Kaynağında bir çok hurafeyi barındıran felsefi akımların İslam aleminin içine dahil olması fikri kargaşaya yol açmıştır.

 

Harun Reşid’in büyük oğludur. Annesi bir cariye olan Meracil’dir. 786 yılında Bağdat yakınlarında bulunan Yasiriye’de doğdu. Devrin meşhur alimlerinden dersler aldı. Arap edebiyatı, fıkıh, hadis ve diğer İslam ilimleriyle ilgili olarak eğitim gördü. Ayrıca, felsefe ve müspet ilimler dalında da önemli oranda bilgi birikimine sahip oldu. On iki yaşında iken, ikinci veliaht olarak ilan edildi ve ülkenin doğu eyaletlerinin valiliğine tayin edildi. Babasının vefatından sonra taht mücadelesine giriştiği kardeşi Emin’in mağlup edilip öldürülmesinden sonra 813 yılında yedinci Abbasi halifesi olarak başa geçti.

Me’mun iktidarının ilk yıllarında veziri Fazl bin Sehl’in etkisinde kaldı. Bu şahıs, Emin’e karşı yapılan mücadelenin kazanılmasında büyük rol oynamıştı. Bunun da etkisiyle halifeyi yönlendirmeye çalıştı. Kardeşi Hasan’a ülkenin batı eyaletlerinin idaresinin verilmesini sağladı. Ülke yönetiminde Arapları dışlayarak Arap olmayan unsurlara ağırlık verdi. Bu durum Arapları rahatsız etti ve yer yer isyan etmelerine sebep oldu.

Hz. Ali soyundan gelen İbn Tabataba’nın 815 yılında baş kaldırıp halifeliğini ilan etmesi Abbasileri büyük bir sıkıntıya soktu. Bunun dışında itikatları bozuk Hurremilerin Babek başkanlığındaki ayaklanmaları devleti uzun süre uğraştırdı. Arka arkaya gönderilen kuvvetlerle ayaklanma bastırıldı. Bu isyanın uzun sürmesinde, bu zaman zarfında başka bölgelerde isyanların çıkmasının önemli bir etkisi oldu. El-Cezire Araplarını etrafında toplayan Nasr bin Şebes ve Mısır’da meydana gelen Ubeydullah isyanları ve iç çekişmeler devleti uğraştıran önemli hadiseler olarak tarihe geçti.

Birçok yerde meydana gelen baş kaldırma ve isyan hareketleri zamanla etkisiz hale getirildi. İsyanların bastırılmasında ve ülke bütünlüğünün korunmasında Me’mun’un liyakati ve dirayeti olumlu yönde etki yaptı. Bu sarsıntıların çoğu atlatıldıktan sonra Bizans’ın üzerine de bazı hareketler yapıldı ve seferler düzenlendi. Önce komutanlar gönderildi. 830 yılında ise bizzat Me’mun sefere çıkarak Bizanslılara karşı harekete geçti. Tarsus’a giderek etraftaki kaleleri fethetti. Bir süre Anadolu topraklarında kaldıktan sonra kışı geçirmek üzere Suriye’ye döndü. 831 yılında Bizans imparatorunun harekete geçip bir çok Müslüman’ı öldürmesi ve esir alması üzerine, halife de Toroslar üzerinden Ereğli’ye kadar gitti. Oğlu Abbas’ı da imparatoru bulmakla görevlendirdi. Abbas, imparatorla Niğde yakınlarında yaptığı savaşı kazandı. Bizanslılar; esir Müslümanlar ve yüz bin dinar vererek beş yıllık bir mütareke yapılmasını istediler.

Me’mun, Bizans’ın teklifini kabul etmedi. Anadolu’da fetihlerde bulunmaya devam etti. Buradaki Abbasi hakimiyetini pekiştirmek için fethedilen yerlere Müslüman nüfus yerleştirdi. Anadolu’daki faaliyetlerini sürdürürken Pozantı yakınlarında hastalandı. 833 yılında ve 47 yaşında iken burada vefat etti. Naşı Tarsus’a defnedildi. Vefatından sonra kendi yerine veliaht olarak bıraktığı kardeşi Mu’tasım halife oldu.

Ülke içinde yaşanan tüm karışıklıklara rağmen, Abbasilerin en parlak dönemlerinden biri yaşandı. İlme ve ilim adamlarına büyük önem verildi. Daha önceden başlanan eski Yunan eserlerini tercüme faaliyeti bu dönemde hız kazandı. Çok sayıda eser Arapça’ya çevrildi. Bu dönemde Cabir bin Hayyam kimya ilmini bir bilim dalı haline getirdi. Kimya dalında kaydedilen aşamaya Batı’da ancak, 9-10 asır sonra ulaşılabildi. Yine Halife Me’mun zamanında ilk rasathane Bağdat ve Şam’da vücuda getirildi. Ekvatorun uzunluğu günümüzün rakamlarına çok yakın bir şekilde tespit edildi. İlk defa bu dönemde bir dünya haritası çizildi. (http://www.aksiyon.com.tr/detay.php?id=11386)

Halife Me’mun, ilim ve fennin ilerlemesi için muhtelif faaliyetlerde bulundu. Tercüme odaları kurdurdu. Yunanca ve Süryanice’den birçok tercüme yapıldı. Özellikle Yunanca’dan felsefe kitapları tercüme edildi. Bu devirde Ehl-i Sünnet itikadından ayrılan bozuk fırkalar, felsefi akımların da etkisiyle dini bilgileri akli ve felsefi görüşlerle karıştırdılar. Her ne kadar, tercüme eserler yabancı kökenli olsa da, tercümeyi yapan ve sonradan bu görüşleri yayan Müslüman düşünürlerin etkisiyle, İslam dışı fikir akımları ve felsefe kökenli fikirler, İslam ilimleriyle karıştı. Bu akımların tetkik süzgecinden geçirilmeden taklit edilmesi, halledilmesi adeta imkansız karışıklıklara sebebiyet verdi.

Risale-i Nur’da, Me’mun döneminde yapılan tercüme faaliyetleri, Yunan felsefesine ait eserlerin tercüme edilmesi ve sonrası gelişmeler hakkında bazı bilgilere yer verilmektedir. “Hikmet-i Yunaniyeyi Müslüman etmek için” bazı eserler tercüme edildi ifadelerine yer verildikten sonra bazı izahlara gidilmiştir. Ancak, bu girişimden sonra kaynağında bir çok hurafeyi barındıran bu felsefi akıma ait eserlerin, zihni saf ve temiz hale gelmiş bulunan Arapların fikirlerinin karışmasına ve saf özelliğini yitirmesine sebep olduğu belirtilmektedir. Ayrıca, tahkikin de terk edilip taklidin başlaması durumu daha da karmaşık hale getirdiği, İsrailiyattan ve Yunan felsefesinden alınan fikirlerin ve cereyanların İslamiyet’in içine girmesi sonucu, dini bir kimliğe bürünmesi ve bu şekilde muamele görmesi fikirlerin karışmasına sebebiyet vermiş, saf zihinleri bulandırmıştır.

Bu dönemden sonra, alimlerin, asıl İslam kaynağından beslenmesi gerekirken, felsefecilerin izlenmeye başlanması fikri karmaşaya yol açtı. İslamiyet’in geniş bir coğrafi alana yayılmasından ve Arap olmayan unsurların Araplarla karışmasıyla birlikte “kelam-ı Mudarî” denilen saf Arapça nasıl bozulmuşsa, aynen bunun gibi, felsefi eserlerin tetkikten çok taklitle muamele görmesi birçok menfiliği beraberinde getirmiştir. Bazı İslam alimleri bu karmaşıklığı gidermek, bu durumu düzeltip tekrar İslami ilimleri eski saf haline getirmek istediler. Fakat, tam başarılı olamadılar. Karışıklığın en olumsuz sonucu, İsrailliyattan alınma yöntemlerle ayet ve hadislerin yorumlanmaya başlanması ve Kur’an-ı Kerim’in tefsir edilmeye kalkışılması oldu. Oysa, Kur’an ve hadisin her şeyden evvel kendi kaynakları ile yorumlanıp tefsir edilmesi gerekmekteydi. (Muhakemat, 1990, s. 17)

İlim adamlarına karşı son derece koruyucu bir tavır takınan Me’mun, özellikle Sünnet ehli alimlere ve din adamlarına karşı bu tavrını pek göstermediği gibi, sert bir tutum sergiledi. İmam-ı Azama Küfe kadılığını teklif edip, bu teklifi kabul görmeyince İmama karşı sert davrandı. İdarecilerin yanlışlarına ortak olmak istemeyen İmam, kadılığı yapamayacağını bildirince, halife tarafından yalan söylemekle itham edildi. Diğer taraftan, bir bakıma devlet görüşü olarak kabul ve destek gören fikri cereyanın tüm ülkede benimsenmesi için zor kullanma yönünde eğilim göstermesi büyük rahatsızlıklara sebep oldu. Özellikle Mutezile’nin savunduğu ve fakat Ehl-i Sünnet mensuplarının tasvip etmediği görüşü zor kullanmak suretiyle bütün ülke genelinde kabule zorlaması önemli yanlışlarından birini teşkil etti.

Me’mun, Ehl-i Sünnet mensuplarının itirazına sebep olan Mutezilî düşüncenin yerleşmesi için bazı tedbirlere baş vurdu. Söz konusu düşünce bağlamında bütün kadı ve muhaddislerin imtihana tabi tutulması hakkında emir verdi. Kendisinden sonra da bir süre devam eden bu uygulama daha sonra terk edildi.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*