Ebu Said el-Hudrî (612-693/4)

“Medine Müftüsü” ve “İmam” lakaplarıyla meşhur olmuştur. 1170 hadisle, en çok hadis rivayet eden yedi sahabeden biridir. Medine’li olup, Hazrec Kabilesine mensuptur. Babası, Medine’de İslamiyet’i kabul edenlerin ilklerinden olduğu için, küçük yaştan itibaren Müslüman bir ailede yaşamıştır. Risale-i Nur’da; “Sahabe namdarları ve rivayet-i hadisin reislerinden”, “meşâhir-i ulema-i Sahabe ve rivayet-i hadisin rüesaları” (Mektubat, s. 130) gibi unvanlarla anılan büyük sahabelerin arasında onun ismi de zikredilmektedir. Künyesi Ebu Said Sa’d bin Malik bin Sinan el-Hudrî şeklindedir.

 

Asıl adı Sa’d olan Ebu Said, 612 yılında Medine’de doğdu. Babası Malik bin Sinan, annesi de Üneyse bint Ebu Harise’dir. Babası Malik, İslamiyet’in Medine’de yayılmaya başladığı ilk yıllarda Müslüman oldu. Böylece Ebu Said Müslüman bir ailede yetişme şansına sahip oldu. Yaşının küçüklüğü sebebiyle Bedir Savaşı’na katılamadı. Uhud Savaşı’na ise ısrarla katılmak istedi ve bu arzusunu babasına söyledi. Babası da onu Peygamber Efendimizin (asm) yanına götürerek savaşa katılması için müsaade istedi. Ancak, bu sırada henüz on üç yaşında idi. Bu yüzden de Peygamber Efendimiz savaşa katılmasına izin vermedi. Onunla beraber on dört yaşında bulunan Abdullah bin Ömer’e de izin verilmedi ve ikisi birlikte Medine’ye geri döndü (M. Asım Köksal, İslam Tarihi, 10. C., s. 75).

Ebu Said’in babası Uhud Savaşı’nda şehit oldu. Fakir olduğu içinde ailesine miras olarak hiçbir şey bırakamadı. Vefatıyla aile sahipsiz kalınca, anne yardım talep etmek maksadıyla oğlunu Peygamber Efendimize yolladı. Ebu Said, yardım talebinde bulunduktan sonra Resul ü Ekrem (asm) onunla birlikte hazır bulunanlara da hitaben; “Ey iman edenler, artık sizin için iffet ve başkalarından bir şey istememe zamanı gelmiştir. İffetli yaşayana Allah verir, istiğna göstereni (gözü tok olanı) Allah zengin eder. Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, kişiye sabırdan daha geniş bir rızık verilmemiştir. Mutlaka benden isterseniz ben, ancak bende olanı veririm” buyurdu. Ebu Said, bu buyruktan sonra bir daha kimseden hiçbir şey talep etmedi. Durumu annesine de izah etti. Bundan sonra bolluğa kavuştukları gibi zamanla Ensar’ın zenginleri arasında yer aldı.

Ebu Said, Hendek Savaşı ve diğer bir çok savaşa katıldı. Ayrıca Bey’atü’r-Rıdvan’da hazır bulundu. Diğer taraftan Suffe Medresesine giderek çok sayıda hadis ezberledi. 1170 hadis nakletmek suretiyle en çok hadis rivayet eden yedi sahabe arasında yer aldı. Peygamber Efendimiz, Kur’an-ı Kerim’in ayetleriyle karıştırılma ihtimalini göz önünde bulundurarak, hadislerin yazılmamasını ve sadece ezberlenmesini tavsiye etmişti. Ebu Said bu tavsiyeye titizlikle uyduğu gibi, kendisinden hadis öğrenenlerin yazmasına da izin vermedi. Peygamber Efendimizden bizzat öğrenmek suretiyle hadis naklettiği gibi, Hazreti Ebubekir (ra) ve Hazreti Ömer (ra) gibi büyük sahabelerden işittiği hadisleri de nakletti.

Ebu Said, Peygamber Efendimizin vefatından sonra kendisini tamamen hadis ilmine verdi ve bu alanda otorite olarak kabul edildi. Çok sayıda talebe yetiştirdi. Söylediği sözler ve getirdiği yorumlar sahabe döneminde büyük kabul gördü. Ebu Said lakabının dışında, “Medine Müftüsü” ve “İmam” lakaplarıyla anılmaya başlandı.

Ebu Musa El-Eşari günün birinde Halife Hazreti Ömer’in (ra) kapısını üç kez çaldı, kapı açılmayınca orayı terk etti. Hazreti Ömer’in neden beklemeyip gittiğini sordu. O da Peygamber Efendimizden sadece üç kez kapı çalınması şeklinde tavsiye bulunduğunu söyledi. Hazreti Ömer (ra), bu hadisi duymadığını söyleyip, ispatını istedi. Bunun üzerine Ebu Musa’nın şahit olarak Ebu Said’i göstermesi, Halife için yeterli oldu (Raşit Küçük, “Ebu Said el-Hudrî”, TDVİA., 10. C., s. 223).

Genç yaşta Peygamber Efendimizin (asm) yanında bulunup, O’nun terbiyesiyle yetişme şerefine nail olan Ebu Said, çok sayıda mucizeye de şahit oldu ve bunları nakletti. Bu mucizelerden üç tanesi “Mu’cizât-ı Ahmediye Risalesi”nde yer almaktadır. Bunlardan bir tanesi kurt ile çoban arasında cereyan eden hadise olup, şu şekilde aktarılmaktadır:

“Bir kurt, keçilerden birisini tutmuş; çoban, kurdun elinden kurtarmış. Zi’b demiş: ‘Allah’tan korkmadın, benim rızkımı elimden aldın.’ Çoban demiş: ‘Acaip, zi’b konuşur mu?’ Zi’b ona demiş: ‘Acip senin halindedir ki, bu yerin arka tarafında bir zat var ki sizi Cennete davet ediyor, peygamberdir, onu tanımıyorsunuz.’ Bütün tarikler kurdun konuşmasında müttefik olmakla beraber, kuvvetli bir tarik olan Ebu Hüreyre, ihbarında diyor ki: Çoban kurda demiş: ‘Ben gideceğim. Fakat kim benim keçilerime bakacak?’ Zi’b demiş: ‘Ben bakacağım.’ Çoban ise, çobanlığı kurda devredip gelmiş, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmı görmüş, iman etmiş, dönüp gitmiş. Zi’bi çoban bulmuş; zayiat yok. Bir keçi ona kesmiş; çünkü ona üstadlık etmiş” (Mektubat, s. 153).

Ebu Said’in (ra) rivayet ettiği bazı hadislerde Peygamber Efendimiz şu şekilde buyurmuştur; “Allah için birbirlerini sevenler, Cennette odalarının doğudan ve batıdan doğan yıldızlar gibi parlak olduğunu göreceklerdir. Cennette, bunlar kimlerdir, diye sorulur. Şöyle cevap verilir: Bunlar Allah için birbirlerini sevenledir.” “Kim helalinden yer, Sünnete göre hareket eder, insanlara kötülük ve eziyet etmezse Cennete girer.” (Sahabîler Ansiklopedisi, 1. C., s. 375)

Ebu Said, merak ettiği her şeyi Peygamber Efendimize (asm) sorar, bilmediği her hangi bir konuda Peygamber Efendimize danışmadan hareket etmezdi. Arap kabile reislerinden birisini akrep sokmuştu. Tedavi çaresi bulamayan kabile mensupları reislerini Ebu Said’in yanına getirdiler. O da, üstüne yedi kez Fatiha Suresini okuduktan sonra adam sağlığına kavuştu. Bunun üzerine bir sürü koyun verdiler. Orada bulunan sahabeler hayvanları aralarında paylaşmak istedilerse de kendisi Peygamber Efendimize (asm) danışmadan böyle bir şey yapmayacağını bildirdi. Hepsi bunu kabul edip Medine’ye Peygamber Efendimizin yanına gittiler ve durumu kendisine izah ettiler. Peygamber Efendimiz, sürüyü kendi aralarında paylaşmanın mahzuru olmadığını bildirince, aralarında paylaştılar. (Sahabîler Ansiklopedisi, s. 374)

Ebu Said, hak bildiği bir şeyi söylemekten çekinmez ve korkmazdı. Yanlış gördüğü bir şeye muhalefet edip, karşı koymaktan çekinmezdi. Bu tavrının sebebi ve dayanağı sorulduğunda; “Hak bildiğiniz ve gördüğünüz bir şeyi söylemek hususunda, insanlardan korkmak gibi şeyler sizi caydırmasın”, hadis-i şerifini delil olarak gösterirdi. Ömrünün sonlarına doğru oğlu Abdurrahman’ı yanına çağırarak onu Cennetü’l-Baki’ye götürdü. Vefatından sonra defnedilmesini istediği yeri oğluna gösterdi. Cennetü’l-Baki’nin uzak bir köşesine ve üzerine türbe yapılmaksızın defnedilmesini vasiyet etti. Arkasından da yas tutulmamasını tembihledi.

Ebu Said, Hicrî 74 yılında (693/4) Medine’de Hakk’ın rahmetine kavuştu. Vasiyetine uyularak istediği yere naaşı defnedildi. Kendisinden nasihat isteyenlere; Allah’tan korkmalarını, her şeyin başında Allah korkusunun geldiğini izah etti. Dünyanın zevk ve lezzetlerine kapılmayı men eden cihadı tavsiye etti. Sık sık Cenab-ı Hakk’ı zikretmeyi ve Kur’an-ı Kerim’i okumayı, doğruyu söylemeyi ya da susmayı tercih etmeyi tembihledi. Bunların yapılmasından sonra şeytanın yenilebileceğini ifade etti.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*