Ebu Tayyib (Mütenebbi) (915-955)

Abbasiler Dönemi Arap şiirinin en büyük temsilcilerinden, aynı zamanda bütün Arap edebiyatının da en önemli isimlerinden birisidir. Peygamberlik taslayan anlamına gelen “mütenebbi” lakabıyla tanınıp şöhret bulmuştur. Asıl adı Ahmed’dir. Şair kişiliğiyle erken yaşlarda temayüz etmiştir. Bazı felsefi ve itikadi fırkaların etkisinde kalmıştır. Özellikle Şii Zeydiyye itikadının, düşünceleri üzerinde büyük etkisi olduğu belirtilmiştir. Risale-i Nur’da, İbn Farıd ile birlikte adı anılmış, Mektubat’ta ise ismi zikredilmeden bir beyti nakledilmiştir. Künyesi Ebu Tayyib (Ebuttayyib) Ahmed Hüseyn el-Cufî şeklindedir.

Ahmed, 915 yılında Küfe’de doğdu. Köken olarak Yemen asıllı Cuf Kabilesine mensup oldukları nakledilmiştir. Bundan dolayı bazı kaynaklarda kendisi için Cufî lakabı kullanılmaktadır. Mütevazı bir aileye mensup olan Ahmet, ilk eğitimini doğduğu Küfe şehrinde aldı. Küçük yaştan itibaren üstün zekası, güçlü hafızasıyla dikkat çekti. Erken yaşlarda başlayan şairliği, kısa zamanda tanınıp şöhret bulmasına sebep oldu.

Küfe şehri Karmatiler tarafından 924 yılında ele geçirilince, Ahmet ailesi ile birlikte buradan ayrıldı ve yaklaşık iki sene Bedeviler arasında yaşadı. Bedeviler arasında yaşamış olması, daha sonraki hayatında önemli bir yer teşkil eden Arap Dili hakkında müspet etkiler yaptı ve kendisi de bu döneminden, sonraki zamanlarda gururla söz edecektir. Çünkü, kendisi, dil konusunda Bedevilerden önemli ölçüde etkilendi ve bu zaman zarfı, Arap dili hakkında sağlam bir bilgi edinmesine vesile oldu.

Ebu Tayyip, yaklaşık üç yıl ayrılıktan sonra 927’de Küfe’ye geri döndü. Bu dönüşünden sonra kendisini tamamen şiire verdi. Önceki asırların şairlerine büyük hayranlık duymakta ve şiirlerinin etkisinde kalmaktaydı. Bu tarihlerden itibaren şiiri, geçim kaynağının önemli bir vasıtası olarak gördü ve kısa zamanda servet sahibi olabileceği düşüncesine kapıldı. Bunun dışında, bulunduğu bölge ve çevresindekilerin büyük ekseriyetinin Şii olması hasebiyle bunların etkisinde de kaldığı belirtilmektedir.

Ahmed, bir süre Ebu Temam ve el-Buhturi etkisinde kalarak yeni tarz kasideler yazdı, ancak bu denemeler neticesinde umduğu takdiri toplayamadı. Ardından arzularını gerçekleştirmek için yavaş yavaş şiddeti vasıta yapan planlar kurmaya başladı. Daha sonra Semava şehrine giderek çevresine pek çok bedevi topladı. Yanlış anlaşılmış olma ihtimali yüksek olan, “Peygamberlik iddiası”yla çevresindekileri isyana sevk etti. Ancak isyandan bir netice alamadığı gibi, çevresindekilerle birlikte mağlup olup yakalandı ve hapse atıldı. İki yıl hapis yattıktan sonra, hata ettiğini kabullenince hapisten kurtuldu. Akabinde serbest bırakıldı. Ancak, bulaştığı bu macera kendisi için kötü bir unvan bıraktı ve sonradan şöhret bulacağı “Mütenebbi” lakabıyla anılmaya başlandı.

İsyan hadisesinden sonra bir süre başıboş dolaşan Ebu Tayyib Ahmed, muhtelif kişilere methiyeler yazdı. Şöhreti giderek yayılınca, Şam Valisi Bedr el-Harşanî tarafından resmi şair yapıldı (939). Bu durum yaklaşık bir buçuk yıl sürdü. Kıskanç kimselerin desiseleri yüzünden, kendisini güvende hissedemeyerek buradan ayrıldı ve Suriye taraflarına yöneldi. Bir süre sonra ise, Halep’in Hamdanî emiri Seyfü’d-Devle’nin şairi olmaya muvaffak oldu (948). Emirin sarayında dokuz yıl gibi uzun bir süre kaldı ve en iyi şiirlerini burada yazdı. Yazdığı bu şiirlerinin en önemli özelliği, yeni klasik tarz ile serbest şekli uzlaştırmış olmasıdır.

Ahmed’in sert mizacı, elde ettiği itibarın aynı zamanda kendisine amansız düşmanlar kazandırmasının etkisiyle Seyfü’d-Devle ile arası açıldı ve kendisini güvende hissetmedi. Bütün ailesi ile birlikte buradan ayrılarak önce Şam’a ve oradan da Mısır’a geçti. Mısır’dan İran’a kadar uzanan seyahatleri boyunca pek çok yer değiştirdi. Maddi ve manevi bir çok sıkıntı çekti. Artık hiç istemediği methiyeleri tekrar yazmaya başladı. Fustat’tan ayrılıp büyük güçlüklerle Arabistan’a geçti. Bir süre Küfe’de kaldıktan sonra Bağdat’a gidip orada yerleşti.

955 yılında (bazı kaynaklarda 965 geçmektedir) İran’dan Bağdat’a giderken bir bedevinin saldırısına uğradı. Bu saldırı sonucu hayatını kaybetti. Aralarında, el yazması Divan’ının da bulunduğu bütün eşyası dağıtılıp kayboldu. Ebu Tayyib Ahmed, gerek yaşadığı dönem ve gerekse ölümünden sonra Arap şiirinde büyük bir etki bırakan önemli şairler arasında yer aldı. Kendisine muhalif olanlar, daha çok insan olarak mizacından dolayı şikayetçi olmakla birlikte şairlik vasfına da tenkitte bulundular. Ancak, ölümünden sonra, tenkit edenleri azalırken, etkilenenlerin sayısı giderek arttı. Günümüzde bile Kuzey Afrika’da şiirleri en çok okunan şairlerin başında gelmektedir.

Risale-i Nur’da; uhuvvetin, kardeşliğin ehemmiyeti üzerinde durulup, inananlar arasında; ayrılık, kin, düşmanlık vb. duyguların sosyal hayat üzerindeki büyük tahribatına dikkat çekilmiştir (Mektubat, 1994, s. 253-261). Düşmanlık edilmesi gereken esas durumun kalplerdeki düşmanlık duygusu olduğu ve bunu kaldırmaya çalışmak gerektiği vurgulanmakta; “muhabbet sıfatı muhabbete layıktır; öyle de, adavet (düşmanlık) hasleti, her şeyden evvel kendisi adavete layıktır” (Mektubat, s. 256), tespiti yapılmaktadır. Hasmını mağlup etmek isteyen kişiye, fenalıklara iyilikle mukabele tavsiye edilmekte, aksi takdirde aradaki düşmanlığın giderek artacağına işaret edilmektedir. Bu arada, Ebu Tayyib’in ismi zikredilmeden, “Şeref ve izzet sahibi birine iyilik etsen, onu elde edersin. Aşağılık ve kötü birine iyilik etsen, o daha da azar” beyti aktarılmaktadır. İkram, karşı olanı insana yakınlaştırır, denildikten sonra; “Zahiren leim (alçak, aşağılık, cimri) bile olsa, iman cihetinde kerimdir. Evet, fena bir adama ‘iyisin, iyisin’ desen iyileşmesi ve iyi adama ‘fenasın, fenasın’ desen fenalaşması çok vuku bulur…” (Mektubat, s. 256) tespitine yer verilmektedir.

Ebu Tayyib’in ismi İbn Farıd ile birlikte zikredilerek bu şahısların, vicdanlarının gözlerinden daha müthiş olduğuna işaret edilmekte ve bazı beyitlerine yer verilmektedir. Bediüzzaman, kelâmın muhtelif tabakalarda ve ayrı ayrı insanların katında aldığı muhtelif teşekkül ve mânâlara dikkat çektiği ve izahlarda bulunduğu Unsurü’l-Belâgat’ın Altıncı Meselesi’nde, “Göz ucuyla yanaklara bir gül diktim, diktiği gülü koparmak gözümün hakkıdır”, “Niçin dudağındaki koyu renk, benim seni şiddetle sevmeme engel oldu. Halbuki aşkından kalbim param parça olmuştur”, “İç organlarım dikenli ağaçtan tutuşmuş ateş koru üzerindedir. Gözlerim ise güzellikten oluşan bir bahçede dolaşmaktadır” beyitlerini örnek olarak sunmaktadır. Kimyasal reaksiyona tabi tutulan ve muhtelif şekiller alarak bir çok kısma ayrılan maddeler gibi, kelâmın da değişik tabaka ve guruplar arasında, toplulukların yanında, kalplerde, hayallerde aldığı renklere, şekillere ve mânâlara işaret edip açıklamalarda bulunmaktadır. (Muhakemat, 1998, s. 99-102).

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*