Ebü´l-Alâ el-Mevdûdî (1903 – 1979)

Mevdûdî, 1903 yılında Haydarabad eyaletine bağlı Evrengabad kasabasında doğdu. İlk eğitimini avukat olan babası Seyyit Ahmed Hasan’dan aldı. Eğitimi sırasında Farsça, Arapça, Urduca dillerinin yanı sıra mantık, hadis ve fıkıh ilimleri dalında da dersler aldı. 1915 yılında ailesinin Haydarabad’a taşınması üzerine eğitimine burada devam etti. Henüz eğitimini tamamlamamışken, babasının rahatsızlığı sebebiyle, okulundan ayrılıp çalışmaya başladı. Bundan sonra eğitimini okul dışından tekmil etmeye çalıştı.

 

1918 yılında Delhi’ye giden Mevdûdî, burada çeşitli dergilerde yazılar yazmaya başladı. 1920 yılında yazmış bulunduğu yazısı dolayısıyla gazete kapandı. Bu yazısında sömürge yönetimini eleştirmişti. Bir süre sonra Cemiyet-i Ulema-i Hind tarafından neşredilen Müslim adlı gazetede editörlük yapmaya başladı. Burada yazdığı yazıları daha sonra kitap haline getirildi.

Yazılarında Müslümanların içinde bulunduğu sıkıntı ve zorlukları ele aldı. Bu arada, Hindularla Müslümanlar arasında meydana gelen çatışmalar fikir hayatı üzerinde büyük etkiler bıraktı. Bir ara, sömürge halinde olan memleketinin insanlarının Afganistan’a göç etmeleri gerektiğini savunan bir hareketin içinde yer aldı.

Mevdûdî, 1928 yılında Haydarabad’a döndü. Burada Tercümanü’l-Kur’ân adlı dergiyi çıkarmaya başladı. Muhammed İkbal’ın daveti üzerine, 1938 yılında Doğu Pencap’a gidip Darülislam’ın kuruluşunda görev aldı. Bu kurum, eğitim ve araştırma amaçlı olarak düşünülmüştü. Ancak, kendisi siyasi çalışmalar da yapmak isteyince diğer bazı kurucularla arasında ihtilaf çıktı. Bu ihtilaftan sonra buradan ayrılarak Lahor’a geçti.

Muhammed Ali Cinnah’ın öncüsü olduğu Hindistan Müslümanları Birliği’ne karşı mesafeli durdu. Ona göre, bu cemiyet İslâmi esaslara yeterince hassasiyet göstermemekteydi. Diğer taraftan İngiliz sömürgesinden kurtulma amacıyla mücadele veren Cemiyet-i Ulema-i Hind’e de karşı çıkmış ve milliyetçilik hususundaki tavrını eleştirmişti. Zamanın iki önemli birliği ile ters düştükten sonra, kendisi gibi düşünenleri bir araya toplayarak Ağustos 1941’de Cemaat-i İslâmî adlı teşkilatı kurdu.

Mevdûdî, 1947 yılında Pakistan’ın kurulmasından sonra Lahor’a yerleşti. Burada bulunan Cemaat-i İslâmî teşkilatının liderliğini yaptı. Bu tarihten sonra, Pakistan’da İslâm esaslarının geçerli olması için çalıştı. 1948 yılından itibaren radyo programları yaptı. Ayrıca, Lahor Hukuk Fakültesi’nde İslâm hukuku üzerinde konuşmalar yaptı. İslâm esaslarına ağırlık veren bir anayasanın uygulanması talebiyle bazı faaliyetlerde bulundu. Pakistan hükümetinin; Allah’ın iradesi ve emirlerine uyması, hukuk sisteminin İslâm hukukuna dayanması, İslâm hukukuna aykırı olan her şeyin hükümsüz hale getirilmesi gerektiğini savundu. Faaliyetleri hükümetin hoşuna gitmeyince araları açıldı. Hükümetin politikalarını eleştirmesi üzerine 1948 yılında tutuklandı. Kamuoyunun büyük tepkisi üzerine 1950 yılında serbest bırakıldı.

1951 yılında farklı fikirlere sahip olan gurupların temsilcilerini Karaçi’de toplayan Mevdûdî, İslâm devletinin ilkeleri konusunda anlaştıklarını ilan etti. İki yıl sonra benzer bir toplantı daha yaptı ve aynı yönde karar aldırdı. Diğer taraftan, 1 Ağustos 1951 tarihinde Hindistan’da toplanan bir ulema heyeti, Mevdûdî’nin kurmuş bulunduğu teşkilatla Müslümanları ayrı bir yola sevk ettiğine karar verdikleri gibi, yazdıkları kitap ve gazetelerde de aynı düşünceye yer verdiler. Pakistan’daki bazı alimler de benzer ifadelerle Mevdûdî’nin kitaplarının zararlı olduğunu bildirdiler.

Mevdûdî, Pakistan’da giderek yayılan Kadiyanilik hareketine karşı çıktı. Bu hareketin aleyhinde bir risale kaleme aldı. Pencap’ta bunlara karşı bir gösteri düzenledi. Gösteri ve yazılarıyla kışkırtıcı hareketlerde bulunduğu gerekçe gösterilerek askeri mahkeme tarafından tutuklandı ve ölüm cezasına çarptırıldı. Ancak, dünya çapında yapılan baskılar üzerine bu kez sivil bir mahkeme tarafından yargılandı. Cezası ömür boyu hapse çevrildi. Yüksek mahkeme ise beraatına hükmetti.

1956 yılı başından itibaren seri konferanslar vermeye başlayan Mevdûdî, daha çok İslâm Anayasası konulu konuşmalar yaptı. Bazı şehirleri dolaştı. Yaptığı konuşma ve düzenlediği konferanslarla, hukuki alanda bazı düzenlemelerin yapılmasında büyük etkisi oldu. 1958 yılında darbe yapan Eyüp Han anayasayı yürürlükten kaldırdığı gibi, siyasi partileri de kapattı. Bu arada Cemaat-i İslâmi’nin faaliyetlerine de son verildi.

Mevdûdî, Pakistan dışına da çıkarak Beyrut ve Şam’ı ziyaret etti. Buralarda İhvan-ı Müslimin’in ileri gelenleriyle görüşmelerde bulundu. Daha sonra Suudi Arabistan, Suriye, Ürdün ve Mısır’a da giderek seyahatlerde bulundu. Bir süre Suudi Arabistan’da üniversitenin kuruluş çalışmaları ve ilmi heyetinde bulundu. Siyasi faaliyetlere konan yasakların kaldırılması üzerine ülkesine döndü. 1963 yılında Lahor’da Cemaat-i İslâmi’nin toplantısı sırasında suikasta uğradı. Ancak, yara almadan kurtuldu. Darbe yönetimi tarafından hazırlanan anayasaya karşı çıkması üzerine 1964 yılında yeniden tutuklandı. Dokuz ay hapis yattıktan sonra serbest kaldı.

1970 yılında yapılan genel seçimlere partisi Cemaat-i İslâmi de katıldı. Ancak, bu seçimde milletvekili çıkarılamadı. Bir süre sonra sağlığının bozulması üzerine cemaatin liderliğini bıraktı. 1975 yılında Cemaatin siyasetten çekilmesini tavsiye ettiyse de şurada bu tavsiyesi kabul edilmedi. Daha sonraki dönemde Zülfikar Ali Butto’nun yönetimini şiddetle tenkit etti. Butto iktidarına karşı darbe yapan Ziyaülhak yönetimine destek verdi. Tedavi için gittiği Amerika’da 1979 yılında vefat etti. Cenazesi Pakistan’a getirilerek Lahor’daki evinin bahçesine defnedildi.

Mevdûdî ile ilgili Risale-i Nurda herhangi bir bilgi ve değerlendirme yer almamaktadır. Gerek Bediüzzaman ve gerekse talebeleri tarafından yazılan mektuplarda da ismi geçmemektedir. Sadece, Pakistan’dan mektup gönderen M. Sabir İhsanoğlu’nun bir mektubunda ismi geçmektedir; “…Nehru ve başka Hindûlar, Islâmiyetin düşmanıdırlar. Maalesef, Müslüman devletler bunu bilmiyorlar. Nehru, Keşmirli Müslümanları öldürtüyor. Said Nursî’ye gidip Hindli Müslümanlar hakkında söyle ki, kendi memleketinde buna karşı yazılsın. Said Nursî Hazretlerine burada çok hürmet vardır. Onu severiz, onun sıhhat ve uzun hayatı için duâ ederiz. İslâm dünyasında Said Nursî’nin eşi yoktur. Mısır’da bir Said el-Benna var idi, şehit edilmiştir; Yutmiz’de Ikbal var idi, vefât etmiştir; hâlen bir Mevdûdî var, başka büyük adamlar da vardır; lâkin Üstadımız gibi yoktur. Üstad, Islâm dünyasının cevheridir…”  (Tarihçe- Hayat, 1996, s. 622).

Eserleri

Mevdûdî, eserlerinin büyük bir kısmını Urduca dilinde yazmıştır. Bazı eserleri Türkçe’ye de çevrilmiştir. Türkçe’ye Tefhimü’l-Kur’ân Meali olarak çevrilen eserini Lahor’da yayımlamıştır. 1942 yılından itibaren yayımlamaya başlayıp 1972 yılında tamamladığı eseri Tercümanü’l-Kur’ân adını taşımaktadır. Eserinde surelerin nüzulü, dönemin şartları, İslâma dâvet sırasında karşılaşılan güçlükleri ele almıştır. Bu eser Türkçe’nin yanı sıra bir çok dilde tercüme edilerek neşredilmiştir. Bu iki eser Tefsir ve Hadis dalı ile ilgilidir. Bunların dışında Akaid dalında Diniyyat; Fıkıh dalında El-Cihad fi’l-İslâm; Siyaset ile ilgili olarak Türkî meyn İsaiyon ki Halet, İslâm ka Nazariye-i Siyasî; Eğitim dalında Talimat adlı eserlerinin yanı sıra muhtelif dallarda çok sayıda eser kaleme almıştır.

Benzer konuda makaleler:

1 Yorum

  1. Mevdudinin düşüncelerinin bir kısmının yanlış olduğunu iddia edenlerve onu mezhepsiz şeklinde tenkit edenler var. Bu konu hakkında bizi bilgilendirirseniz sevinirz ve gerçekleri öğrenmiş oluruz

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*