Eğer Bediüzzaman’ı dinleyip Münâzarât’ı okusaydık!

Bediüzzaman’ın 1910’larda telif ettiği Münâzarât isimli eserindeki şu bölümü sık sık okuyup sohbetlerde mevzu bahis ediyorum:

“Tarif ettiğin meşrûtiyetin ne miktarı bize gelmiş ve niçin bütün gelmiyor?”

“Ancak on kısımdan bir kısmı size gelebilmiş. Zîrâ sizin şu vahşetengiz, cehâletperver husumetefzâ olan sarp dağ ve derelerinizdeki vahşet ayılarından, cehâlet ejderhasından, husûmet kurtlarından bîçare meşrûtiyet korkar, kolaylıkla gelmeye cesâret edemez. Eğer siz tenbel kalıp da onun yolunu yapmazsanız, tenbellik etseniz, yüz sene sonra tamamen cemâlini göreceksiniz. Zîrâ sizinle İstanbul arasındaki mesâfe bir aylıktır; fakat sizinle ehl-i meşrûtiyet arasındaki mesâfe bin aydan fazladır. Zîrâ eski zamanın adamlarına benzersiniz. O nâzik meşrûtiyet, İstanbul havâlisindeki yılanlardan kurtulsa, şu uzun mesâfeden geçmekle, cehâlet gibi müthiş bataklığı, fakr gibi mütevahhiş kıraçları, husûmet gibi gâyet keyşer dağları katetmekle beraber, eşkiyaya rast gelecektir.” 1
Evet, Tunus, Mısır, derken Ürdün, Suriye de sallanmaya başladı. Türkiye ve İslâm âlemi olarak “meşrûtiyetin/demokrasinin yolunu” yapmadığımız, bilakis darbecileri alkışladığımıza göre, 100 sene beklememiz icap etti.
Üstad, daha yüzyıl önce siyasî karihasıyla sosyal âlemi, Avrupa tarihini okudu ve gördü ki, demokrasinin, hürriyetin de bedeli var; ödenmezse, yüz sene sonra tabiî akışı içinde gelir. Takip edelim:
“Âlemdeki terazinin hürriyet gözü ağır geldiğinden, birdenbire terazinin öteki gözünde olan vahşet ve istibdadı kaldırdı, git gide kalkacak. Eğer siz sahife-i efkârı okusanız, tarîk-i siyaseti görseniz, hutebâ-i umumî olan, doğru konuşan cerâidi dinleseniz, anlayacaksınız ki: Arabistan, Hindistan, Cava, Mısır, Kafkas, Afrika ve emsâllerinde o derece fikr-i hürriyetin galeyanıyla, âlem-i İslâmın efkârında öyle bir tahavvül-ü azîm ve inkılâb-ı acip ve terakkî-i fikrî ve teyakkuz-u tam intaç etmiştir ki, bahasına yüz sene verseydik yine ucuzdu.” 2
“Cemî (bütün) kuvvetimle, yalnız Kürdistan’a değil, belki âleme işittirecek tarzda bağırarak müjde veriyorum ki; umum İslâmın, lâsiyyemâ Osmânîlerin, bâhusus Ekrâdın saadetinin fecr-i sâdıkının geldiğini, hattâ Bâşid başında görüyorum. Faraza, şu devletin yarı milleti, pahasında verilse idi gene erzân (ucuz) ve zulmetle beraber yansa idi gene ucuz!”  3
Her şeyin bir bedeli olduğu gibi, hak ve hürriyetlerin de bedeli ağırdır. Eğer Bediüzzaman’ı dinleseydik, 100 sene beklemeyebilirdik! Şimdi de aynı şeyler geçerli. Eğer onun içtimâî ve siyasî öngörülerini okur, anlar ve uygularsak, sosyal çalkantılar durulur, siyaset istikrara kavuşur.
Bakınız Münâzarât eseri için ne diyor: “Elhâsıl, şu kitap, tarafımdan cevap, onların cânibinden suâl etmek vazifesiyle mükelleftir. Hem de siyâset tabiblerine, teşhis-i illete (siyaset doktorlarına hastalığı teşhise) dâir hizmet ile muvazzaftır (görevlidir).” 4
Şimdi Münâzarât’la beraber Beyanat ve Tenvirler’i daha çok okuma zamanı değil mi?

Dipnotlar:

1- Münâzarât, s. 29.;

2- Age, 63-64;

3- Age, s. 21.;

4- Age, s. 21.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*