Eğitim hayatın ve üretimin bir parçası olmalı

M. Ali Kaya: “Eğitim hayatın ve üretimin bir parçası olmalıdır. Öğleye kadar okullarda teorik eğitim verilmeli, öğleden sonra hem okullarda, hem de ziraî, sınaî ve ticarî hayatta bu devam etmeli.”

Mehmet Ali Kaya kimdir?

1959 Tokat/Pazar Ballıca’da dünyaya gözümü açtım. 1983 Kayseri İlahiyat Fakültesinden mezun olduktan sonra, Trabzon/Of İmam-Hatip Lisesi, Amasya/Suluova Lisesi ve İmam-Hatip Lisesi’nde öğretmen olarak görev yaptım. 1995 yılından itibaren 15 yıl Turhal Anadolu İmam-Hatip Lisesi’nde, 3 yıl da Zile Anadolu İmam-Hatip Lisesi’nde Okul Müdürü olarak görev yaptıktan sonra 2013 Temmuz ayından itibaren emekli oldum. Halen Yeni Asya Neşriyat’ta editör, Yeni Asya gazetesinde yazar olarak eğitime bir başka boyutta devam ediyorum. Köprü Dergisi’sinde makale yazarlığı yapmaktayım. Basılmış eserlerim: 1. Cumhuriyetin Manevî Temelleri. 2. Din Akıl ve İslâm. 3. Kur’ân ve Sünnete Göre Cihad. 4. Büyük Cihad 5. Asrın Rehberleri Mücedditler. 6. Hz. İsa (as) ve Günümüz İsevileri. 7. Hz. Ali’nin (ra) Hayatı ve Mücadelesi. 8. 40 Hadisle Kader. 9. İki Cihan Güneşi Hz. Muhammed’in (asm) Hayatı.

Son yüzyılda yazdığı eserler ve şahsında mevcut hususiyetleriyle öne çıkarak, ülkemiz ve dünya genelinde yoğun alâkaya mazhar Bediüzzaman’ı nasıl bilir ve nasıl anlatırsınız?

Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri’nin eserlerini okuyup hayatını incelediğiniz zaman, kendisinin Allah’ın himaye ve yardımına mazhar, Kur’ân ve iman hakikatlerini korumakla ve asrın idrakine uygun ders vermekle görevli bir müceddit olduğu konusunda hiçbir şüphe kalmaz. Dinî sahada uzman olmayanların itirazları ve sözlerinin ehl-i ihtisas ve ehl-i tahkik yanında cehaletlerini ortaya koyan ifadeler dışında bir değeri yoktur.

Risale-i Nur gibi eserler sadece kesbî ilimlerle yazılamaz. Kur’ân’dan başka kaynağı olmayan böyle bir eser, ancak Peygamberimizin (asm) haber verdiği “İlhama mazhar Allah’ın âlim ve veli kulları” tarafından yazılabilir.

Özellikle şu veya bu konu ile sınırlı olmayan, Kur’ân-ı Kerîm’in insanlığa ders verdiği her konuda insanların ihtiyaçlarına cevap verecek, problemlerine çözüm üretecek, akıllarını ve kalplerini tatmin edecek ve hiçbir itiraza medar olmayacak şekilde ders vermek, ancak “İlhama mazhar” olmakla izah edilebilir.

Bu açıdan Bediüzzaman ilmî şahsiyeti ve üstünlüğü yanında “İlhama mazhar, görevli bir müceddittir.”

Bediüzzaman neden eğitime bu derece önem vermektedir? “Eğitimde ileri sürdüğü projeler mevcut mu? Bediüzzaman ve eğitim konulu bir değerlendirme yapılırsa neler söylenebilir?

Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri özellikle bütün insanlığı tehdit eden “Cehalet, fakirlik ve ihtilâf hastalığına” karşı Kur’ân-ı Kerîm’den çareler üretmiştir. Eğitimin temel felsefesi ‘Fen ve Din’ ilimlerinin birlikte okunmasıdır. Bu amaçla “Medresetü’z-Zehrâ” isimli bir eğitim projesi geliştirmiştir.

Bediüzzaman insanı bir bütün olarak ele alır. “Vicdanın ziyası ulum-u diniyedir; aklın nuru fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacı ile hakikat tecelli eder. İftirak ettikleri zaman birincisinden taassup, ikincisinden hile ve şüphe tevellüt eder” ifadeleri ona aittir.

İlim ve fen bütünlüğünü Bediüzzaman “Şeriat ikidir. Birincisi Allah’ın irade ve kudret sıfatının tecellisi olan kâinat kitabını tanzim eden şeriat-ı fıtriye-i İlâhiye, ikincisi de Kelâm sıfatından tezahür eden ve insanı fiillerini tanzim eden şeriat-ı kübra-i İslâmiyet olarak ele alır. Bu yaklaşımda ilim ve din, fen ilimleri ve din ilimleri ayırımı yoktur ve bir bütünlük vardır. Bu sebeple eğitim seküler eğitim, lâik eğitim ile din eğitimi şeklinde birbirinden ayrılamaz. İnsanı ve kâinatı yaratan, insanın ihtiyaçlarını kâinattaki yarattığı şeylerle karşılayan Allah’ın kelâmı ile iradesi arasında büyük bir uyum vardır ki bu uyumu ortaya çıkaran bilgilere “İlim” adı verilir.

Bediüzzaman’a göre ilim birdir. Matematik Allah’ın koyduğu düzenin, fennî ilimler de Allah’ın yarattığı varlıkların tanınması, bilinmesi ve özelliklerinin keşfedilerek insan ihtiyaçlarına daha kolay cevap vermesi şeklinde ifade edilmektedir.

Bediüzzaman hakikatten uzaklaşan ilim ve fenni yine hakikat noktasında buluşturmuştur. Bediüzzaman, Risale-i Nurlar’da fennî ilimleri “Maarif-i İlâhî” olarak tarif ederken, felsefeyi de “Hikmet-i Rabbaniye” olarak açıklamış ve bir bütünlük içinde birleştirmiştir.”

Çok uzun yıllardır, devlet bünyesine hâkim mevcut eğitim sisteminin ülkemiz ve insanına kazandırdığı ve kaybettirdiği hususlar değerlendirildiğinde, bu husus nasıl izah edilir? Neler söylersiniz?

Osmanlının yıkımını netice veren husus eğitimdeki “Fen ve Din İlimleri” bütünlüğünün sağlanamamış olmasıdır. Din ilimlerini okutan medreseler ile fen ilimlerini okutan mekteplerin dünyayı farklı algılamaları Osmanlı’nın sonunu getirmiştir. Ayrıca “Tekke” denilen manevî ve ahlâkî eğitim yuvalarının da halkı ve müntesiplerini aklını kullanıp geliştirme ve üretime katkı sağlama yerine “taassup” ile dünyaya değer vermeme düşüncesinin toplumu tembelleştirmesini de hesaba katmak gerekir.

Bediüzzaman “Medrese”, “Tekke” ve “Mektep” arasındaki uçurumu “Din ve fen ilimlerinin beraber okutulması projesi” ile kapanacağını ifade etmiş ve hayatı boyunca bu amacını gerçekleştirmeye çalışmıştır.

Cumhuriyet dönemi ise, dini geri kalmışlığın sebebi olarak görmüş ve din derslerinin yasaklandığı bir eğitim sistemini bu millete dayatmıştır. Acı meyvelerini bugün görmekteyiz. Bu da ülke insanının heba edilmesi, kaynakların yok yere harcanması ve kabiliyetlerin ortaya çıkmaması şeklinde kendisini göstermiş, maddî ve manevî anarşi ve terörü netice vermiştir. Problemler artarak devam etmiş ve hiçbir çözüm üretilememiştir.”

Ülkemiz ve insanımızın geleceği açısından, eğitimde ortaya konulması gereken akılcı projeler bu bağlamlarda ortaya konulursa nasıl bir yol takip edilmelidir?

“Ülkemizde Cumhuriyet dönemi boyunca biriken pek çok problem vardır. Bunlardan birincisi “din ve fen ilimlerinin beraber okutulması” ile giderilebilir. Bir diğer problem “Meslek eğitiminin” yetersizliğidir. İhtisaslaşma sadece mühendislik ve tıp alanına tahsis edilmiş gibidir. Bunun dışında liselerde verilen eğitim öğrenciyi ancak üniversiteye hazırlamakta, ama hayata hazırlamamaktadır. Üniversiteye girenler de devlette memur olmayı hayal etmektedirler.

Devlete bağımlı ve devletçi bir sistemin üretimi arttırıp gelişmeyi ve zenginleşmeyi sağlamayacağı Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin devletçi sisteminin çökmesi ile görülmüştür.

Çözüm “Eğitimin özelleştirilmesi” ve “Meslekî ve teknik eğitime” ağırlık verilmesi şeklinde olmalıdır. Bediüzzaman’ın da ihtisasa ve ihtisaslaşmaya, san’ata ve üretime dikkatleri çekmesi bundan dolayıdır.

Ayrıca 12 yıl “Zorunlu Eğitim” ile “5 yıl ihtisas eğitimi” süresi çok fazladır. Buna askerliği de ilâve edecek olursanız bir gencin 27 yaşından önce hayata atılmamış olması genç nüfusun en az 10 sene üretime katkı sağlamaması demektir. Bu gelişmekte olan bir ülkenin neden gelişme kaydetmediğinin de en açık bir sebebidir.

Bir eğitimci gözüyle baktığınızda, Bediüzzaman ve eğitim konusunda, devleti yönetenlere ve insanlarımıza ne gibi tavsiyelerde bulunursunuz?

Bilginin gerçeklik yanında pratikte insana ve ülkeye sağlayacağı katkıyı dikkate almak gerekir. İlim uygulamak içindir. Pratikte hiçbir yarar sağlamayacak, insana, üretime, topluma yararı olmayacak bilgilerin öğretilmesinin bir anlamı yoktur.

Bence eğitim hayatın ve üretimin bir parçası olmalıdır. Bu sebeple mahalli ihtiyaçlara göre eğitim düzenlenmelidir. Öğleye kadar okullarda teorik eğitim verilmeli, öğleden sonra hem okullarda hem de ziraî, sınaî ve ticarî hayatta usta çırak ilişkisi ve aileye katkı sağlama adına tarlada, bahçede ve dükkânda ve atölyede üretime katkı sağlayarak okuldaki bilgilerini uygulamaya geçirmeli ve pratiğini geliştirmelidir.

Ayrıca Müzik, Beden, Resim ve Güzel Sanatlar ile Proje bazlı çalışmalar okullarda öğleden sonraya bırakılarak “Ders ve ders dışı faaliyetler” şeklinde yapılmalıdır.

Böyle bir proje ve eğitim ülkeyi kısa zamanda kalkındırır düşüncesindeyim. Risale-i Nurlar’ı okuduğumuz zaman Bediüzzaman’ın böyle bir eğitim modelini tavsiye ettiğini görürüz.

Son bir değerlendirme yapacaksanız neler söylersiniz?

Bütün bunların gerçekleşmesi için devletin her şeyden önce “Hürriyetçi Demokrasi”yi benimsemesi ve “Hür Seçimden” başlayarak “Hür Anayasa” ve “Hürriyeti” önceleyen bir parlamentoyu teşkil etmesi şarttır. İdeolojik yapılanma, ırkçı ve inhisarcı yaklaşımların öne çıktığı ve demokrasi ile hürriyetin amaç değil, alet olarak kullanılmak istendiği bir toplumda hiçbir gelişme kaydedilemez. İnsan kaynakları da ülkenin maddî kaynakları da heba olur gider.

Öncelikli olarak demokrasi ve hürriyetin esas kabul edilmesi şarttır. Hürriyetin olmadığı yerde hiçbir gelişme olmaz. Bu açıdan Bediüzzaman’ın “Ben ekmeksiz yaşarım; ama hürriyetsiz yaşayamam” sözünün değeri daha iyi anlaşılmaktadır.”

 

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*