Ekolojik denge

Sonsuz ilim, irade ve kudretiyle şu muhteşem kâinatı bir âlem olarak yaratan Yüce Yaratıcı, mavi gezegen diye ifade edilen dünyamızı da canlılar için güzel bir misafirhane şeklinde tanzim etmiştir.

Cenâb-ı Hak, Adl ve Âdil isimleriyle bütün âlemlere bir denge ve sistem kurduğu gibi, dünya ve içindeki canlı ve cansız bütün mahlûkata da bir nizam ve düzen yerleştirmiştir. İşte, canlı varlıklar ve onların yaşadığı çevre ile ilişkilerini inceleyen ilim dalına ekoloji (çevrebilim) deniliyor. Bunların toplamına da ekosistem adı veriliyor.

İnsanların bulaşık eli karışmamak şartıyla ekosistemde öyle bir tanzim ve denge görülüyor ki, Bediüzzaman Hazretlerinin dediği gibi “Âhiretin hadsiz güzelliğini bilmeyen ve imanla görmeyen insanlar bu dünyaya âşık olurlar.”

Allah (c.c.), güneş, toprak, su ve hava arasında, bir saatin çarkları gibi işleyen mükemmel bir ahenk ve denge kurmuştur. Bu denge, canlıların hayatlarını sürdürebilmeleri için gerekli bir zeminin meydana gelmesine vesile olmuştur. Eğer bu denge bir parça bozulacak olsa yeryüzünde hayat sona ererdi. Meselâ, teneffüs ettiğimiz havada yüzde yirmi bir oksijen, yüzde yetmiş dokuz azot vardır. Çağlar boyu bu miktar aynen korunmaktadır. Eğer havadaki oksijen yüzde otuz kırklara çıksa, bir kibrit çakıldığında atmosfer yanmaya başlar, yüzde beşlere düşse canılar nefes alamaz ve boğulurlardı. Her şeyde bu denge aynen korunmaktadır. Meselâ, dünyanın üst katmanlarında bulunan ve dünyayı çevreleyen ozon gazı, güneşten gelen zararlı ışınları emiyor ve canlılara zarar vermesini engelliyor. Böylece, canlı varlıkları yaratan Yüce Kudret onları koruyor. Ancak kozmetik sanayinde kullanılan kloraflorakarbonun atmosfere aşırı salınmasından dolayı, insanlar dünya misafirhanesinin tavanını delmeye ve o deliği büyütmeye devam ediyorlar. Dengeyi kendi elleriyle bozarak, bu güzel misafirhaneyi yaşanmaz hale getiriyorlar. Nasıl ozon tabakasını deliyor, öyle de denizleri, nehirleri ve bilumum çevreyi de kirletmeye var güçleriyle çalışıyorlar. Dünyayı karıştıran ve dengeyi bozanların sadece insanlar olduğunu, onun dışındaki canlıların ise, kendilerine verilen fıtrî vazifelerini yaptıkları görülüyor.

“Büyük balık küçük balığı yutar, güçlü olanlar zayıfı ezer, hayat bir mücadeledir.” gibi yanlış bilgiler ve felsefî düşüncelerle hayatı bir savaş mantığına döndüren Batılı fikirlere bedel, İslâm dini hayatı bir yardımlaşma olarak tarif eder. Belgesel filmlerde gösterilen aslan ve kaplan gibi yırtıcı hayvanların vazifesi, hem kendi rızkını hem de ekosistemdeki nesil dengesini temin etmektir. Genellikle yaşlı, hasta ve çelimsiz hayvanları hedefleyen aslanlar, milyonlarca yavru doğurarak hızla çoğalan yaban sığırlarının nesil dengesini sağlamaya hizmet eder. Timsahlar da öyle, kartallar da öyledir.

Bir zamanlar Amerika’da impala denilen geyik sürülerine musallat olan kurtları sürek avıyla imha eden avcılar, onların sür’atle çoğalarak otlak alanlarının yetmemesiyle toplu ölümlere maruz kaldıklarını görüp, yeniden kurt sürüsü üretmek zorunda kalmışlar. Yılanlarının kökünün kazındığı bir memlekette de, farelerin her tarafı istilâ etmesi üzerine, yeniden yılan üretip tarlalara salmışlar. Sineklerle yapılan mücadele sonucu onları yok edenler, şehri saran kötü kokuya sebep olan bakterilerin imhası için yeniden o sineklerden üretmek mecburiyetinde kalmışlar.

Bunun gibi binler misaller var ki, Allah (c.c.) ekosistemdeki dengeyi koruyor. Ancak insanlar kendi elleriyle bu dengeyi bozarak, kendi kendilerine zarar veriyor. Bunları tefekkür ederek ibret almak ve gereğini yapmak da aklı başında olan insanlara kalıyor.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*