Ekranlar orucumuza zarar verir mi?

Image
Hürriyetin olmadığı ve demokrasinin manipüle edildiği toplumlarda, medyanın vazifesini az-çok biliyoruz. Yakın tarihimizde evvelâ gazetelerin, sonra radyonun ve gele gele ekranlar ile elektronik medyanın her türünün, hâkim cereyanlarca nasıl kullanıldığı sosyolojik büyük bir araştırmanın konusudur.

Bediüzzaman´ı ve Risâle-i Nur´u bu adeseden okuyanlar, büyük hakikatlerin ipuçlarını Hürriyetin îlanında ve sonraki zamanlarda Tanin ile Mizan´ın tartışmalarından başlayarak vefatından bir-iki ay öncesine kadarki gazete arşivlerinde bulabilirler. Bilhassa 31 Mart olayı, Selaniklilerin İstanbul´u işgali, Sevr ve Lozan muahedeleri, Birinci Meclisin devre dışı bırakılmasıyla başlayan büyük zulüm ve istibdatların gazetelere nasıl yansıdığını görenler, Bediüzzaman´ın 1925´ten itibaren mülhid müstebitlerin kontrolündeki medyaya nasıl bir ambargo koyduğunu Risâle-i Nur´da okuyan müdakkikler, onu hayranlıkla takip edebilirler.

İster dönüştürme, ister menfaat elde etme, ister dinsizce fikirlerini yayma veya isterseniz istibdatlarını devam ettirme gayretiyle medyanın zalimler elinde kırbaç olduğu günlerde, Bediüzzaman toplumu bu zehirli üfürüklerden, cemiyeti ümitsiz eden haberlerden veya dinsizce makalelerden kurtarmak için Mektubat, Lem´alar ve Lâhikalar gibi eserlerinde büyük tahşidatta bulunuyor. Medyada yanlı ve zulme yol açacak şekilde verilen olaylara, kendileri Kur´ân´a dayalı farklı yorumlar getiriyor. Cumhuriyet öncesi ve sonrasında ve bilhassa Kastamonu sürgününde iken cereyan eden İkinci Dünya Savaşı ile kulağına ve kalbine kadar gelen olayları değerlendirişi emsalsiz denecek kadar orjinaldir. Kemalistlerin toplumu İngiliz ve Alman yanlıları diye ikiye böldüğü ve karşısındakilerini “Almancı” diye suçladığı günlerde, Kemalist radyo ve gazetelerin propagandaları fevkalâde zehirlidir.

Bediüzzaman’ın o günlerde talebelerini ve ehl-i îmanı ikaz eden sözlerinin, günümüzdeki global cereyanlarca kontrol edilen medya için de geçerli olduğunu düşünüyoruz. Ülkenin Dışişlerindeki diplomatlara, stratejik savunmayla ilgilenen kurmay ve komutanlara ve devletin dış politikasıyla görevli siyasetçilere bir nevi vazife olan dünya siyasetinin, gazete ve radyo ile toplumun tümüne ders verilmesine Bediüzzaman şiddetle itiraz ediyor: “Siyasetin geniş dairelerine ait mesâili, basit fikirli ve idare-i ruhiye ve diniyesine ve şahsiyesine ve beytiyesine ve karyesine ait lüzumlu vazifesini geri bıraktırmakla onları meraklandırıp ruhlarını serseri, akıllarını geveze ve kalblerini de hakaik-ı imaniye ve İslâmiyeye ait zevklerini, şevklerini kırıp havalandırmak ve o kalbleri serseri etmek ve mânen öldürmekle dinsizliğe yer ihzar etmek tarzında, kemal-i merakla, onlara göre mâlâyâni ve lüzumsuz mesâil-i siyasiyeyi radyoyla ders verip dinlettirmek, hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyeye öyle bir zarardır ki, ileride vereceği neticeleri düşündükçe tüyler ürperir.“ (Kastamonu Lâhikası, 35)

Bilhassa şu Ramazan-ı Şerifte, Müslümanların ruhanî hâlini tahrip etmek ve onları tefekkürden kaçırmak için “ezan vakitleriyle eşzamanlı” üfürükçü hipnotizmacı spikerlerin “haber saatlerinde” Müslümanları uğrattıkları halet-i ruhiyeyi, yaşayanlar iyi biliyordur. Yine Kastamonu Lâhikası’nda, “Birden ihtar edilen bir mesele” adı altında kaleme aldığı çok kısa parçada, bir tek adamın bir tek kelime ile bir milyon kebairi birden işlediğini ve milyonlarca insanı dinlettirmekle (seyrettirmekle) günahlara soktuğunu ifade ederken de hem zamanımızı ve hem de ekranlarımızı haber veriyor gibi…

Global dinsizlerin içimizdeki münafıklarla el ele verip dizayn ettiği ekranların yalan, iğfal, kebair, gıybet, yeis, zulme taraftarlık, sefahet, dine ve geleneğe düşmanlık, dinsizlik ve ahlâksızlıktan oluşan bir çemberde dinleyenlerini perişan ettiğini gösterirken Said Nursî diyor ki: “İşte bu hakikate binaen, değil on üç ay, belki on üç sene dahi bakmasam hakkım var. Sizler baktınız, günahlardan başka ne kazandınız? Ben bakmadım, ne kaybettim?“ (Kastamonu Lâhikası, 161)

Ekran düşkünlerinin psikolojilerini incelediğimizde, onların TV´lerle ilim, marifet ve kültürlerini arttırdıkları, seyretmemeleri halinde cahil kalacakları fikrinin onları cezbettiğini anlıyorsunuz. Bu psikolojik yaklaşımı da Üstad Hazretleri Emirdağından yazdığı bir mektubuna kaydetmiş: “Merak yüzünden ve âfakî hadisatın verdiği sarhoşâne gafletten zevk alan biçareler! Eğer ‘İnsanın fıtratındaki merak, insaniyet damarıyla sizin, farz ve lâzım vazifeniz zararına o hadise, o geniş boğuşmalara sevk ediyor. Bu da bir ihtiyac-ı mânevîdir, fıtrîdir’ derseniz“ diye başlayan soruya, her an bizi çevreleyen daha acip ve garib mucizevî hadiselere yüzümüzü çevirdikten sonra “Bu hakikî zevklere ehemmiyet vermeyip beşerin zararlı, şerli, ârızî hadiselerine bu kadar merak ve zevkle bağlanmak; dünyada ebedî kalmak ve o hadiseler daimî olmak ve herkese o hadiseden bir menfaat veya zarar gelmek ve o hadiseye sebebiyet verenlerin hakiki fail ve mucid olmak şartıyla olabilir. Halbuki, havanın fırtınaları gibi geçici hallerdir. Sebebiyet verenlerin tesirleri pek cüz’î… Ondaki zarar ve menfaati, o vaziyet şarktan, Bahr-i Muhitten sana göndermez“ diyerek anlık, günlük ve nihayet mevsimlik hadiselerde mânen boğulmamamız için ikaz ediyor. Okuyucularımızın neredeyse belva-yı umumî halini almış elektronik medya ile irtibatımızı tamamen keselim fikrini bu yazıdan çıkarmayacaklarından eminiz. Fakat saldırgan global dinsizlik ile yerli münafıklık elinde insaniyete ve İslâmiyete çevrilmiş bir silâh olan “medya”dan bahsediyoruz. “Dindar” medyanın da kendisine has, faydalı ve orijinal bir üslûp ortaya koyamadığını, hattâ zaman zaman dinsizlerin şarlatanca kullandıkları metodlarla ekran, radyo ve manşetlerinde belki de farkına varmadan onların dümen suyunda kürek çektiklerini üzülerek belirtmek zorundayız.

Türkiye´yi tüm insanlarıyla toptan bir “negatif dönüşüme” zorlayan kıtalar arası projede medyanın kapitalden sonraki faktör haline geldiğini ve mümkünse çocuklardan dedelerine kadar her ferdi ekrana bağlama gayretiyle lüzumlu lüzumsuz her yere ekran yerleştirmelerinin maksat ve hedefini Bediüzzaman – yüz sene öteden tesbit etmiş. Bizi ve çocuklarımızı bu dehşetli kimyasal değişime karşı uyarıyor. Dinsizliği, sefaheti ve tefessühü toplumda hızlandıracak hastalıklara karşı toplumu uyarıyor.

Tuttuğumuz orucun sıhhatini hadis-i şeriflerin ölçüleriyle değerlendirebiliyoruz. Medyanın meraklarımızı tahrik ederek bilhassa ekranlarla sunduğu programların oruç, tefekkür ve ibadetlerimizi ne kadar etkileyeceği ortada iken, Bediüzzaman´ın “Nasıl ki sarhoşluk, hakikî vazifelerden gelen elemleri ve ihtiyaçları sarhoşlukla muvakkaten unutturduğu cihetle menhus ve kısa bir zevk verir; öyle de, böyle fani boğuşmaları ve hadiseleri merakla takip etmek bir nevi sarhoşluktur“ (Emirdağ Lâhikası, 53) ifadeleri muvacehesinde, hiç olmazsa şu önemli zamanlarda elektromanyetik dalgalarıyla bilhassa mânevî zehirler neşreden ekranlardan ne kadar uzak durmamız gereği ortadadır.

Image

Benzer konuda makaleler:

1 Yorum

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*