Emrolunduğu gibi Dosdoğru Olmak

Küçük şeyler bazen çok büyük neticeler doğurabiliyor. Bir virüs mikroskopla bile görülemiyorken koca bedenleri yere serebiliyor ve ağrılı küçücük bir nokta bütün vücudun fonksiyonunu engelleyebiliyor.

Olaylar küçükken önüne geçilmediğinde büyük olaylar halini alıyorlar. Sınıfını kopya çekerek geçen talebe, işinde yolsuzluklara daha eğilimli, ticarette usulsüzlüklere daha meyilli oluyor. Her bir günahtan küfre giden yolda işlenen suçun da büyüme safhalarının farklı düzeylerine rastlayabiliyorsunuz.

Trafik polisini rüşvetle geçme kültürü ile bankaların hortumlanması arasında bir bağ olmalı… Büyük sosyal problemlerin pek çoğunun temelinde “Canım bu kadarcıktan bir şey olmaz!” düşünceleri yatıyor. Babasının “şu anda evde yok de!” gibi küçük yalanları ile yetişen bir çocuğun hayatında yalan, çok dehşet verici ve toplumu kemiren bir yılan olarak görülmese gerek. “Biz Türk milleti zaten böyleyiz” mizahî anlayışı ile randevulara vaktinde gelmek titizliğini göstermemek ve bu konudaki gevşeklik, büyük vaatlerin savsaklanmasında da bir etkiye sahip olmalı. Kur’ân’ın günahlara karşı tahşidatının “işlememek”ten çok “yaklaşmamak” şeklinde olması, “Bu kadarcıktan bir şey olmaz!”ların yol açtığı çok şeyleri daha baştan engellemeye yönelik olduğu anlaşılıyor.

Bütün bu şartlar içinde emrolunduğu gibi dosdoğru olabilmek, yani “sırat-ı müstakim” çizgisinde kalabilmek gerçekten çetin bir imtihan. Bu noktada “dosdoğru” vurgulamasının önemini daha iyi anlıyoruz. Doğruluk genel anlamda ve bütünde kalmayıp, en ince ayrıntılarda da olmadıkça tam anlamıyla gerçekleşmiyor.

Kaygan bir zeminde doğru ilerleyebilmek için sürekli bir teyakkuz lazım. Bütün namazlarda ve her rekatta istikamette kalmak ve doğru yoldan ayrılmamak için sürekli Alemlerin Rabbi’ne sığınmamızın nedeni bu olsa gerek. O’na en çok sığınan Yaver-i Ekrem’in (asm) saçlarını ağartan da bu incelik olmalı. Doğruluk hayatın genelinde, bütününde olmakla yeterli olmuyor; en ince detaylarında ve her safhasında lazım. Doğru olmaktan öte dosdoğru olmakla ve kuvvetli bir vurguyla ifade edilen bu hali yaşayabilmek, bir an bile nefsin, benliğin, tabiatın tuzaklarına düşmemek pek de kolay olmasa gerek.

Rabb-i Kerîm’i her an yanımızda ve kendimizi O’nun huzurunda hissetmediğimiz anlar gaflet anlarıdır ve bu anlarda verdiğimiz küçük tavizler, önemsiz gibi de gözükse kişiliğimizde derin yaralar açmaktadır. Okulunu bitirmesi için kızlarının başını açmaya zorlayan anne-babalar, çocuklarının ruhunda ve kişiliğinde hiç bir okulun onaramayacağı yaralar açtıklarını fark edebilseler, herhalde daha temkinli olurlardı. Haksızlık yapan amirinin karşısında işinden olma korkusu ile medenî tepkilerini gösteremeyenler, hayatın her safhasında boyun eğmeye meyilli olacaklardır. Taviz tavizi doğurmakta ve sonuçta dik duramayan, sürekli şekilden şekile giren ve kendi doğrularından, inandıklarından çok etkisi altında olduğu gücün doğrularını yaşayan insanların sayısı artacaktır. Dosdoğru yaşamak bir yaşam şekli, bir kültür olmalıdır. Bunu hayata geçirmenin en etkili yolu ise çocukluk döneminden başlayan aile, okul ve hayat eğitimlerinde vurgulanması, doğruluğun akıl almaz yüceliği ve yalanın dehşet verici kötülüğünün körpe ruhlara ve dimağlara ömür boyu silinmeyecek şekilde kazıması olmalıdır.

Son günlerde devletimizin en üst kademelerinde kültürümüzdeki doğruluk kırılmalarının ve ufak tefek tavizlerin çok önemli konularda yansımalarını gözlüyoruz. Doğru bildiğimiz, doruluklarına inandığımız Başbakan ve Bakanlar farazî, vehmî, itbarî bazı güçler karşısında kırılmaya, eğilmeye, kabul etmedikleri halde imza atmaya kendilerini mecbur biliyorlar. Oysa Hakk’a dayanmış bu insanların imzaları onurları ve onurları da uğrunda hayatı bile feda edebilecekleri en büyük değerleri olmalı. Önüne konan metni kabul etmediği halde imzalamaktan bahsetmesi bile ciddî kişilik ve ruh yaralanmalarının dışa vuran izleri. “Bir elime dünyayı, bir elime ayı verseniz hak dâvâmdan vazgeçmem!” diyen bir Resûlün (asm) yolunda gittiğini düşünen insanlar için büyük bir gaf!

Şartları, dünya coğrafyasını, yeni dünya düzenini ve ABD Başkanı’nın kalp atışlarını, nefes alışını incelikli bir nizamla tanzim eden Kudret’e dayanan veya dayandığından emin olan bir insan veya bir yönetim hiç bir dünyevî gücün karşısında eğilmek mecburiyeti hissetmez. Doğruluktan zerrece taviz vermez. Zira, temel mesele O’na dayandığından emin olmak meselesi, yani iman meselesidir. İman dâvâsına hayatını vakfetmiş ve esarette olmasına rağmen Rus Çarı’nın yeğeni karşısında kendini ayağa kalkmaya mecbur bilmemiş ve sırf bu tavizsizlik için ve İslâm’ın izzetini muhafaza için darağacını göze alabmiş Asrın İmamı Bediüzzaman konuyu çok güzel özetlemiş: “Hakiki imanı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir.”

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*