En Büyük Maç

Image
En büyük maç: Bizim kendi ömrümüz süresince yaptığımızdır. En büyük maç galibiyeti, bu maçın galibiyetidir. Herhangi bir takımın ve hatta millî takımımızın maçından ziyade kendi ömrümüz süresince oynadığımız “maçımız”a daha fazla odaklanmalı, asıl bu maçta”gol yememeğe”, mağlup olmamaya çalışmalıyız. Bu en mühim maçımızda ruhumuza karşı hasmımız, şeytanımızdır; ona galip gelmeliyiz.

“FUTBOL, SADECE FUTBOL DEĞİLDİR.”

Çok tekrarlanan, hatta bir kitaba isim bile yapılan: “FUTBOL, SADECE FUTBOL DEĞİLDİR” sözü çok doğrudur; keşke sadece “futbol” olsaydı da, “kitlelerin afyonu” olmasaydı.

Futbolu oynayan, spor yapar ve para kazanır. Onun taraftarı, seyircisinin bundan maddî-manevî kazancı nedir?

“Futbol taraftarlığı” hakikî insanlık vasfına mı yaklaştırıyor, yoksa “afyonlanmış bir insan” haliyle insanı aslî vazifelerinden mi uzak tutuyor; insanın en kıymetli sermayesi olan ömrünü ve bunun yanında yerinde kullanmak mesuliyetini taşıdığı diğer kulluk emanetlerini, alâkasını, enerjisini vs mi israf ettiriyor?

Bu mevzuda ciddî bir muhasebeye ihtiyaç vardır. Bu muhasebe de, kendisi “futbol hastalığının sarhoşluğu” içinden çıkamayanlar tarafından kolaylıkla yapılamaz.

OYUNU, KURALINA GÖRE OYNAMAK GEREKİR

“Oyunu kuralına göre oynamak gerekir.” en mühim ve en ciddî işleri yaparken bile göz önüne alınması gereken bir vecizedir.

Biz, dünya hayatımızı da ömrümüz boyunca devam eden bir “oyun” farz edip (zaten bir âyet-i kerîmede de, dünya hayatı bir “oyun”a benzetilmektedir), en başta onu “kuralına göre” oynamalıyız; yapmamız gerekenleri yapmalı, yapmamamız gerekenleri de yapmamalıyız.

Bu en mühim “oyun”umuzu kuralına göre oynamıyorsak, buna göre çok daha önemsiz “oyun”larda oyuncu, seyirci veya taraftar olarak vaktimizi, enerjimizi, alâkamızı, israf etmemeliyiz.

Aksi halde “asıl golü yiyen ve asıl mağlup düşen” biz oluruz.

SPORUN FAYDASI ve LÜZUMU

Bilhassa gençler ve hemen her yaştakiler için yaş, sağlık durumu, ve bedenî özelliklere göre bazı değişiklikler olması icabetse de, sporun ve beden hareketlerinin faydası ve lüzumu inkar edilemez.

İslâm’ın emirleri dışına çıkmamak şartıyla, sporu ihmal etmemelidir. Hareketsizlikten çeşitli hastalıklar ve gelişme gerilikleri meydana gelebilir. Kâinatta zaten daimi bir “hareket kanunu” işlemektedir. Adalelerimizin çalışması, bütün organlarımızın da daha iyi çalışmasına sebep olur; kanımız daha iyi devreder, akciğerlerimizin teneffüs kapasitesi artar, vücudumuzda meydana gelen zehirlerin atılması kolaylaşır. Bedenî faaliyet, zihnî yorgunluklarımızın giderilmesinde de müessir bir çâredir.

SPOR ALÂKASI TENKİT EDİLMEZ

Sporun birçok nevileri olmakla beraber, herkes her nevi sporu yapamaz, sporun yaşla, sağlık durumu ile ve vücut kapasitesi ile yakın alâkası vardır. Fakat herkesin her yaşta yapabileceği en kolay ve en faydalı spor, yürüyüştür.

İnsanlarda spora karşı alâkanın bulunması tenkit edilecek bir hal değildir. Aksine, spor sağlığa faydalıdır ve askerlik, polislik gibi bazı mesleklerde sporun daha da fazla önemi vardır. Fakat, “spor alâkası” görünüşü altında, sporun hakiki gayesi, mahiyeti ve faydalarından mahrum, ölçüsüzce, körü körüne, bütün mevcudiyetiyle, futbol fanatikliğiyle sürükleniş heyecanlarını da hoş görebilmek mümkün değildir.

“- SPORLA MEŞGUL OLUYOR MUSUNUZ?” SORUSU

“- Sporla meşgul oluyor musunuz?” sorusuna, asrımızda ekseriya şunlar gibi cevaplar verilebilmektedir:

“- Evet, mühim futbol maçlarını hiç kaçırmam.

“- Her hafta mutlaka spor-toto veya spor-loto oynarım.

“- Mühim bir maç, olmadan önce ve olduktan sonra da, günlerce beni meşgul eder.

“- Mühim bir maçı seyredebilmek için, Türkiye’de veya dünyanın neresinde olursa olsun, bütün imkanlarımı kullanabilirim.

“- Benim için en alâka çekici konuşma mevzuu: Futboldur.

CİDDİYETLE TAHLİLİ GEREKEN BİR DURUM

Yukarıdakiler gibi ve benzeri diğer cevapları verebilecek kişilerin halen dünya ülkelerinde ve Türkiye’de çok sayıda bulunması, basın, medya ve siyasîlerin kendilerine ait çeşitli menfaat hesaplarıyla (şöhret, oy, tiraj, bol reklam ve bol para gibi) bu alâkayı devamlı olarak pompalamaları, dünya ülkelerinin çoğunda “futbol hastalığı” adı verilebilecek bir ferdî ve içtimaî hastalığı, artan iletişim ve eğitim vasıtalarının bu maksatla kullanılmasının da sonucu olarak, giderek daha fazla yaygınlaştırmaktadır.

Bu durum, insanın yaratılmasındaki ve bu dünyaya gönderilmesindeki hikmet ve gayelere göre, konuyu gerçekçi ve dünyevî menfaat hesaplarından uzak olarak ciddiyetle tahlil etmemizi icab ettirmektedir.

FUTBOL, OYUN HEYECANI EN FAZLA OLAN BİR SPORDUR

Futbol, aslında oyun heyecanı en fazla olan bir spordur. Fakat futbola bu manânın çok daha aşırısıyla bağlanıp aşırı alâka gösterenlere “futbol hastası“, maç günleri başka vilayetlerden hatta başka ülkelerden bile gelip bilet alabilmek için bir gece öncesinden turnikelere girerek açık havada, soğukta bile sabahlayarak veya karaborsadan bilet alarak girdikleri stadyumlara “hastane” denilmesi, oldukça yaygın ve eskidir.

Fakat bu fanatik, aşırı futbol meraklıları, kendilerine “futbol hastası” ve stadyumlara “hastane” denilmesine ekseriya hiçbir kızgınlık göstermez; hatta bu halleriyle iftihar eder (?) gibi bir tavır bile takınırlar.

FUTBOL HASTALARININ SAVUNMALARI

“Futbol hastalığı” tenkit ve münakaşa konusu yapılsa bunlar, bütün dünyanın futbol heyecanı ile sarsılmakta olduğunu, Güney Amerika memleketlerinden, İngiltere’den, İtalya’dan, Almanya’dan vb ülkelerden misâller getirerek anlatıp, âdeta asıl “anormal” halin futbola hiç alâka göstermemek olduğunu îma eder gibi konuşurlar.

Bu savunmaya elbette ki, hak verilemez. Hukuk bilimi açısından baksak, hukukta kaidedir: “Yanlışlar emsal olamaz.” Ayni konuyu tıp biliminden misal getirip izaha çalışmak için: “- Salgın bir hastalık birçok dünya memleketlerinde yaygın halde olsa, bu hastalığı ‘sıhhat’ ve bu hastalığa yakalanmamış olmayı ‘hastalık’ diye mi kabul etmek icab eder?” diye sorsanız, “futbol hastası mantığı” bununla da ikna olmaz.

HERKESİN İÇTİĞİ SU” HİKAYESİ

Bu hal, Şarklı bir yazarın meşhur bir hikayesini hatırlatıyor:

Bir hükümdarın ülkesinde bir su çıkmış. Bu sudan içenler deli oluyorlar ve bu sudan içmeyenleri “deli” olarak vasıflandırıyorlarmış. Hükümdar ve veziri buna bir çare arayıp bulamazlarken, bu sudan içerek deli olanların sayısı da süratle artmağa devam ediyormuş. Bunların sayısı arttıkça, diğerleri üzerindeki maddî-manevî baskıları da artıyormuş. Bu duruma bir çare arayıp bulamayan hükümdarın veziri, ümitsizlik içerisinde hükümdara gelip bu sudan içip deli olanların ve kendisine “deli” diye bakanların baskılarına daha fazla dayanamadığını, kendisinin de bu sudan içip diğerleri gibi olmaktan başka çare bulamadığını söylemiş. Hükümdar, bütün gayretlerine rağmen, vezirini bu kararından vazgeçirememiş. Veziri de o sudan içip deli olduktan sonra ve o sudan içmeyen hükümdara “deli” nazarıyla bakmağa başlayınca, son olarak hükümdar da o sudan içmekten başka çaresi kalmadığını görmüş ve o da içmiş..

BU KISSAYI FUTBOL HASTALIĞINA TATBİK EDERSEK

Bu meşhur Şark hikayesi burada bitiyor. Acaba dünyayı saran “futbol hastalığı”nın hikayesi nerede ve nasıl noktalanacaktır? Yoksa, kıyamete kadar, “insanlar için dünya imtihanlarının bir konusu” olarak, artarak devam mı edecektir?

Her hastalığın ârâzı, belirtileri olduğu gibi, futbol hastalığının da ârazı: “İçi teneffüs ettiğimiz havadan daha yüksek tazyikli hava dolu meşin bir topun ardından insanın ruhuyla, aklıyla, kalbiyle ve bedeniyle şuursuzca sürüklenmesi” şeklinde kendini göstermektedir.

Bu dünyanın her haline karşı onu değerlendirme şeklimize ve tavrımıza göre imtihan olduğumuzdan, dünyayı saran futbol salgınını değerlendirme şeklimizin ve buna karşı aldığımız tavrın da, bizim için bir imtihan konusu olduğunu düşünebilmeliyiz.

FUTBOL HASTALIĞININ BAZI ZARARLARI

Futbol hastalığı insanların en kıymetli hazineleri olan vakitlerinin israfına, çeşitli ölçüsüz, taşkın ve günah sayılan işler yapmalarına, küfürleşmelere, dövüşlere ve hatta ölümle neticelenen çeşitli taşkınlık olaylarına sebep olabilmektedir.

Ülkemizde ve dünyadaki mühim maçlarda ve sonrasında bunun medyaya da akseden misalleri görülmektedir.

Bir Anadolu şehrimizde, mahallî takımlarının başka bir şehirde yapacağı maça gitmek için otobüs kiralamak isteyen, fakat bunun için paraları olmayan bazı gençlerin gece tenha sokaklarda ellerinde zincirlerle yol kesip zorla para aldıkları bile olmuştur.

Bu ve benzeri, daha da kötü örnekler, bizi bu mevzuda düşünmeğe ve gereğini yapmaya sevk etmeyecek midir?

FUTBOLLA SATRANCIN, FIKHÎ KARŞILAŞTIRMASI

Fıkıh âlimleri, en iyi beyin sporu olmasının yanında, bu oyunun müptelâlığı ile ömür israfına, namazın vaktini geçirmeğe sebep olmak gibi, insanın aslî gayesi ve hayat programına ters düşen bazı mahzurlarını dikkate alarak, satranç oyununda aşırılığı bile hoş görmemişlerdir.

Satranca göre çok daha eksik ve geri yönleri bulunan futbolun, hem de onun oyuncusu olmayıp seyircisi ve taraftarlığıyla daha da az mâzur görülebilecek “futbol hastalığı”nın durumunun, dinî olarak da ciddî şekilde düşünülmesi ve değerlendirilmesi icap etmez mi?

“DAHA KÖTÜ ŞEYLERLE UĞRAŞMAKTANSA..” SAVUNMASI, YANLIŞTIR

Bazıları; “- Daha kötü şeylerle uğraşmaktansa bırakalım; insanımız futbolla uğraşsın..” demekte ve futbol hastalığı aleyhinde konuşturmamağa çalışmaktadırlar.

Onların bu hali, 50 yıl İspanya’yı diktatörlükle idare etmiş olan General Franko ile alâkalı bir anekdotu hatırlatmaktadır: General Franko’ya 50 yıl koskoca İspanya’yı diktatörlükle nasıl idare ettiğini sormuşlar. General Franko:

“- Büyük arenalarda (boğa güreşlerinin yapıldığı yerlerde) ve büyük futbol sahalarında uyutarak…” cevabını vermiş.

Konuyu fanatik tarafgirlikle değil, hak ölçülerle ele almak gerekir. Çünkü, hadis-i şerifte açıkça ifade edildiği gibi: “ Hak üstündür ve ondan üstünü yoktur.”

DAHA İYİ ŞEYLERLE NİÇİN UĞRAŞILMASIN?

Futbol hastaları için: “-Daha kötü şeylerle uğraşmaktansa…” savunmasını yapmağa çalışanlar, insanın meşguliyet ihtimallerini ; “Ya daha kötüsüyle uğraşmak veya futbol taraftarlığı ve fanatikliği ile uğraşmak” şeklinde nasıl sınırlayabiliyorlar? Bu ikisinden başka ihtimal olamaz mı?

Bu şekilde yanlış bir savunmayı yapmak, maalesef asrımızda çok moda olmuştur ve çok dillerde dolaşmaktadır. Bunu biraz tahlile çalışmak, haklılığını araştırmak gerekir.

“Futbol hastaları”na söz söyletmemek için bu “savunma”yı yapanlar, futbol taraftarlığı ve fanatikliğinden daha iyi bir şeyle uğraşmak yolunu niye yok saymakta veya onun yolunu tıkamağa çalışmaktadır?

İnsan, tehlikeli bir yol olmakla beraber, mecâzî aşktan hakikî aşka bazen yol bulup geçebilir (meşhur “Leyla ile Mecnun” hikayesindeki gibi), fakat “futbol basamağı ile hakikata yol bulmak”tan bahsedildiği hiç duyulmuş mudur?

DOLU BİR KABA BİRŞEY KONABİLİR Mİ?

Aynı mevzuyla alâkalı olarak söylenebilecek daha çok şeyler olabilir.

“- Daha kötü işlerle uğraşmaktansa…” hoşgörü cümleciğine karşı, meselâ boş bir kabın doldurulması ile alâkalı şu duruma dikkat çekilebilir:

Boş bir kabı,

“- Daha kötü birşey dolmaktansa…” deyip rastgele bir şeyle doldurursak, kap dolu duruma geleceği için, daha iyi bir şeyle de dolduramayız. Onu daha iyi bir şeyle doldurmak için, daha önce doldurduğumuzu boşaltmamız icap etmez mi?

İnsanın ruhî, aklî, hissî alâkalarının mazharının bir kap olduğu farzedilirse, o kaba daha kötüsü dolmasın diye “futbol hastalığı”nı doldurursak, daha iyisinin dolmasını da engellemiş oluruz. Ancak, önceden koyduğumuzu boşaltmak suretiyle kaba daha iyi bir şey koymamız mümkün olabilir. Bu ise pratikte hem daha zordur, hem de önceden koyduğumuzu tamamen boşaltmadıkça, o yeni konulanla karışacak; kap muhteviyatı müşevveşiyet arzedecektir. Nitekim, asrımızın insanlarının zihninde bunun misallerine çok rastlanmaktadır.

ASRIMIZ İNSANLARINDAKİ ZİHNÎ MÜŞEVVEŞİYET HÂLİ

Futbol hastalığının derecesine göre bu müşevveşiyetle, manevî değerlere de sahip olsalar, zihinler, futbolcular ve geçmiş-gelecek futbol maçları üzerinde yapılan yorumlar, değerlendirmelerle meşgul olur; her boş zamanda ve her fırsatta söz, futbola getirilir.

Halbuki, mâlâyani ile uğraşmayı kesinlikle yasaklayan âyetler ve hadisler vardır.

Bu halleriyle, “futbol hastaları” aslında öyle olmasa bile, kendilerini bu dünyaya sanki futbol oynamağa, futbol seyretmeğe veya futbol üzerinde konuşmağa, münakaşa etmeğe gelmiş zanneder gibi davranırlar. Halbuki, Zâriyât Sûresi 56. âyeti ve diğer âyetler, hadisler, onları açıklayan müfessirler, din âlimleri, insanın dünyaya gönderilmesinin hikmetini, gayesini, dünyadaki vazifelerinin ne olduğunu 15 asırdır, bize açıkça beyan etmişlerdir.

FUTBOL HASTALIĞININ MANEVÎ TEHLİKESİNE BİR MİSAL

Futbola bütün mevcudiyetiyle âdeta bâtıl bir mâbuda tapınırcasına bağlanmanın manevî tehlikelerine bir misalle kısaca işarette bulunmak için, Türkiye’de yıllarca “Gol Kralı” unvanını muhafaza etmiş, binlerce hayranını kendisine gıpta ettirmiş, küçük çocuklara büyüdükleri zaman onun gibi olmak özentisini vermiş bir futbolcuyla yapılmış ve basında yer almış eski bir röportajın bir bölümünden bahsetmek faydalı olabilir:

Röportajı yapan gazetecinin muhtelif soruları arasında,

“- Hayat görüşünüz nedir?

sorusuna, o meşhur “Gol Kralı”:

“- Hayat hoş ve boştur, gerisi loştur; al dizginleri koştur da koştur!..” cevabını vermiş…

Meşhur ve muteber bir sözdür:

“- Hayat görüşünün ne olduğunu söyle, senin kim olduğunu söyleyeyim.

O, şimdi hayatta olmayan Gol Kralı’nın “hayat görüşü”nü (?) özetleyen bu veya benzeri sözlerini o futbolcunun kendisi gibi sözle söylemeseler de, hal lisanlarıyla söyleyen fanatik futbol taraftarları ve hayranları çoktur ve bunlar, apaçık bir manevî tehlike içindedirler.

“FUTBOLLA YATIP, FUTBOLLA KALKMAK” YANLIŞTIR

“Futbolla yatıp futbolla kalkmak”, yanlış olmasına rağmen, futbol hastalarına sempatik görünüp maddî menfaat sağlamak isteyenlerin “reklam cümlesi” haline bile gelmiştir.

İnsanın bu dünyaya gönderilmesinin hikmetini ve gayesini şuurlu olarak anlamış her mü’min, “hayatı hoş ve boş, gerisini loş” görmenin, veya “futbolla yatıp futbolla kalkma”nın “hayat görüşü (?)” olarak tahlilini, kendisi de kolaylıkla yapabilir.

Diğer insanları ise, bu değerlendirmelerimizin muhatabı sayamayız; çünkü, futbol hastalığının manevî tehlike ve zararlarıyla alâkalı bu incelikleri anlayıp kabul edebilmeleri için, muhatapların önce şuurlu bir mü’min olmaları icab eder.

Bir “futbol hastası”, Allah’a (c.c.) hakkıyla iman etmemiş, insan olarak bu dünyada bulunuşunun hikmetini ve gayesini iyi idrak edememiş ise, aklı bazı meşhur futbolcuların hayat hikayeleriyle, onların şimdiye kadar oynadıkları takımlarla ve attıkları gollerle geveze, ruhu da bunlar gibi faydasız şeylerle sersem olmuş bir halde ve hakikat gözü kapanmış, futbolla yatıp futbola kalkan haliyle, kendisinin en büyük alâka mevzuuna yapılan tenkitleri elbette hazmedemez; haksız bir tepki gösterir.

BİR MANEVÎ HASTALIK

“Futbol hastalığı”, manevî bir hastalıktır, bütün dünya memleketlerinde salgın halinde oluşu, bunun aksine ve normal oluşuna delil gösterilemez. Zira bir insan için normalliğin hakikî ölçüsü, moda olan cereyanlar veya salgın manevî hastalıklar değildir.

Bütün kâinatı ve bu büyük kâinat içinde “küçük bir kâinat” olan insanı yaratan Allah (c.c.), bütün yarattıkları için ölçüler, kanunlar, nizamlar da koymuştur. Aklıyla muhayyer olarak dünya imtihanına gönderilen insan, cüz’î iradesini Allah’ın kendisi için koyduğu ölçü, kanun ve nizama ne derecede uygun olarak kullanırsa, o derecede normal ve hakikî bir insan olmak vasfına ulaşabilir.

FUTBOL HASTALIĞINDAKİ TAKLİTÇİLİK

Zamanımızda, kıyafetlerde ve ideolojilerdeki yeni moda olanı taklit etmek temayülü, “futbol hastalığı” mevzuunda da mevcuttur ve hakikî insanlık şahsiyetini bir ucundan da bu taklitçilik kemirmektedir.

Hayata “boştur (!)” diyerek iftira eden, dolayısıyla kâinatın Yaratıcısını mânasız, abes ve maksatsız iş yapmakla (Hâşâ) ittiham edenlere, sadece “İyi top sürüyor” veya “Çok gol atıyor” diye muhabbet etmenin tehlikesi açıktır.

Maalesef, bilhassa çeşitli dünyevî menfaat hesaplarıyla, bu tehlikeye yeteri kadar dikkat çekilmiyor.

ÇOCUKLARIMIZI BU HASTALIKTAN KORUMAK

Gerçek değerler sistemini bulabilmenin ve muhafaza edebilmenin çok zor olduğu bu âhir zamanda, çocukluğundan itibaren yavaş-yavaş “futbol hastalığı”nın pençesine düşen genç nesillerimizi, sadece “masum bir spor alâkasının çemberine girenler” gözüyle mi göreceğiz? Onların çevremizde örneklerini gördüğümüz gibi aşırı şekilde, ruhlarıyla, akıllarıyla, bedenleriyle, zamanlarıyla ve paralarıyla top peşinde koşmalarının, tahlili icap eden mühim bazı psikolojik yönleri de yok mudur?

Belli şekil ve büyüklükte, içi etrafımızda çok bol ve her an teneffüs ettiğimiz havanın daha yüksek tazyikli hali ile dolu meşin bir top peşinden gençlerimizin yalnız maddî varlıkları ile değil manevî varlıkları ile de koşmaları, bu şekilde vakit geçirmeğe, oyalanmağa, iç sıkıntılarından kurtulmağa, komplekslerini yatıştırmağa, sun’î bir şekilde teselli bulmağa, deşarj olmağa çalışmaları; kendilerinin de tam teşhis edemedikleri, fakat teşhisi ve tedavisi icap eden bir ruh halini aksettirmiyor mu?

NE SAĞCIYIZ, NE SOLCU…

Bir zamanlar, imanla küfür arasındakilere “üçüncü bir ekol” manasında “futbolcu” deniliyordu. Şimdi bu sınıflandırma şekli kullanılmıyor; çünkü “futbolculuk” (taraftarlığı) bu mevzuda, çeşitli dünyevî hesaplarla basın ve medyanın pompalama gayretlerinin neticesinde, imanla karışıp müşevveşiyet meydana getirmiş durumdadır.

Bu mevzuda hiçbir şikayeti, endişesi olmayanlar ve bu halde yaşamakta mahzur görmeyenler olabilir. Ancak, şikayeti endişesi, hassasiyeti olanlara, bilhassa çocuklarının küçük yaşlardan itibaren terbiyesi esnasında, yukarıda bahsedilen “boş bir kabın doldurulması” misâlini dikkate almalarını tavsiye etmek, yerinde olacaktır.

ÇOCUKLARIN MADDÎ-MANEVÎ GELİŞMESİNİ SAĞLAYABİLMEK

Çocukların midelerini, küçük yaşlardan itibaren besleyici gıdalarla doldurmağa ve maddî bünyelerinin gelişmesine hizmete çalışmakla kalmayıp, çocuğun ruhunun, aklının, çeşitli hislerinin, latifelerinin ihtiyacı olan en iyi manevî gıdaların zamanında verilmesi de ihmal edilmemelidir.

Belki ilerde “futbol hastalığı”yla büyük manevî tehlike ve zararlara girmesine karşı, bu şekilde “koruyucu bir manevî aşı” yapılmış olabilir. Çocuğun manevî açlığının da doyurulması için, aklını Mârifetullah, kalbini Muhabbetullah ile beslemelidir ve ona tahkikî imanın neşesini tattırmalıdır.

O zaman, cemiyetimiz insanlarında futbol gibi bir spor nev’ine, oyun heyecanı en fazla bir spor nev’i olmaktan çok fazla ve fanatiklikle aşırı değer verilip, ondan çok daha mühim olan alâka mevzularına, kıymet mefhumlarına kayıtsızlık ve hatta inkâr hali gösterilebilmesinin, çocukluk çağından itibaren önlenmesi de mümkün olabilir.

Bu terbiyeyi alan çocuk futbol da oynasa, zararsız bir oyun ihtiyacı ve gerçek spor maksadı ile oynar (Zaten çocuklar için en iyi oyuncak da, toptur).

 

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*